Ben ve benim gibi çoğumuz hayatı koşuyorsak, bu hayatı yaşayan – yaşayabilenler ne yapıyor, nasıl yapıyorlar merak etmekteyim. Ki; hayat ne ardımızda bıraktıklarımıza, bıraktığımıza inandıklarımıza, ne ne kadar hızlı koşturabildiğimize, yakalayıp yakalayamadığımıza, yakaladığımızı sandığımızla ne yaptığımıza ve insanî sandığımız daha birçok saçmalığa aldırmadan akıp gidiyorken. Şahsen ben kendim, kendimin koşturmasına anlam veremiyor, takip hiç edemiyorum. Tüm kış; aman da kızın sınavı var, köpeğin çişe alıştırılması, salondaki koltuğun yeri, atölyede tablolar yetişmedi, oğlan akıllanmadı, Erdo hep diyette, misafir gelecek – gidecek, valiz hazırla, valiz boşalt, kitap bitir yenisini al ( aralarda duraksayıp düşünüyorum daha neler vardı diye ), kendine küs, kendini affet, olmadı akışına bırak, tarih ayarla, çevirimiçi, çevirimdışı, canımın içi, canına sıçtığım diye diye bir kışı daha yedik mi… Derken sınav da dahil hepsi geride kaldılar, yaz kapıda bacada derken geldi.. Şimdi de yaz aylarının içine koşmaktayız. Karpuz kabuğu düşmüş deniz çağırır bir yandan, karınlar acıkmaya devam, toparlanıp alınacak verilecekler diğer yandan. E tabii ‘Hayırlısı’ diye diye tüm bunlar. Elde ne var; hıyar.
Yazlığa geleli üç gün oldu. Bir insan karşısındaki duvara saatlerce öylece nasıl bakabilir tekrar hatırladım, mal edasıyla. Gerçi bu evde olanları toparla, getirilenleri yerleştir yorgunluğunun da etkisi olabilir. Bu sabah bacaklarımda tekrar yol almaya başlayan varislerin farkına vardım, görmezden geldim onları. Bu düşünce gücü deyip duruyorlar ya inanmış gibi yapacağım. Düşüncemin gücüyle geri vites giderler belki. Gülmeyin valla. Abicim bunca insan söylüyorsa inşallah maşallah vardır bir doğruluk payı elbet. Ne bileyim; düşünce gücüyle zayıflayabilenler bile var mış. Gerçekleşebilmesi için düşünebilecek beyin gerekiyor elbette. Benim beyin nereme kaçtı, bilinmez. Düşünebiliyor muş gibi yaparsam belki o da gittiği yerden bana geri döner, kimbilir.
Mala bağlamak demişken; tavsiye ediyorum sizde deneyin. Anlatayım öğrenin sizlerde; sabah ya da önceki gece uyumadan aklınıza bir adet yapılacaklar listesi yazıyorsunuz. Sabah gözü açınca başlıyorsunuz listedekileri tek tek yapmaya. Tek şart var; düşünmeden yapacaksınız, kurulmuş gibi. Bu sabah kendime yaptığım listemden örnek:
Gözünü açtın, şükret.
Bir bardak su iç.
Kahvaltı için bir şeyler hazırla.
Mutfağı toparla.
Yatak kapamayı siktir et, gece tekrar bozulacak.
Kendine kahve yap, iç.
Içinden geliyorsa yüzünü yıka ama mutlaka güneş korumalı krem sür.
Arabaya bin, pazara git.
Alınacakları yazdığın kağıdı oku ve yazılı olanları al.
Eve dönerken nalbura uğra yağlı boya al.
Evdesin.
Aldıklarını yerleştir.
Ocağa zeytinyağlı fasulyeyi koy, pişsin.
Verandadaki çiçekleri sula.
Sarmaşığı buda.
Yoruldum! Devamını yazmak istemiyorum. Şu satırları yazarken saat olmuş 22:40, kıçım yer gördü. Tüm bunları eksiksiz yaptığım için hakettiğim madalya mı? Aha işte o hakedilen madalyalar yaşlılıkta alınıyor. Ama yanlış anlaşılmasın boynumuza asıla cinsinden değil, içimize kaçan cinsinden. Madalyalarını bacaklarında patlamaya yüz tutmuş varisler, yüksek tansiyon hapları, sakinleştirici ilaçlar, alınan rahimler, derin bir yalnızlık olarak almış nice kadın tanıyorum. Demek ney miş; eksiksiz yerine getirilen işler hiçkimseye mutluluk garantisi vermiyor muş.
Koşmayalım. Şu hayatı koşturmayalım. Bırakalım hayat kendi düşünsün bakalım biz koşmayınca ne halt edeceğini. Biz sakin sakin, olduğu kadar yapabildiğimiz kadarıyla yapıp bırakalım. Hayatı yaşayabilmek için vakit ayıralım.
Bir öneri daha; sizlerde yazın. Kendinize mektuplar yazın. Okunmasını istemiyorsanız kilitli çekmecelerde gizleyin ama yazın. Ne kadar rahatladığınızı hissettiğinizde şaşırıp kalacaksınız yazmanın gücüne.
Misal; oturup yazdım ya tüm bunları, kendime yazıyor muşum gibi… Kuş mu kondurdum? Tabii ki, hayır. Kendim için yaptım. Hafifledim. Bir fincan papatya çayı çekiyor canım, en iç tarafından hem de. Gecenin serinliğinde…
Çanağında ne varsa, kaşığına o gelir.
Eyvallah
özgür tamşen yücedal