Dün akşam mutfak masasında oturmuş okey oynadığımız sırada kızımın erkek arkadaşı Alp ortada bir şey yokken, öylece yani birdenbire;
‘’Özgür Abla sizi zor günler bekliyor,’’ dedi.
‘’Neden?’’ sorumaysa
‘’Oğuz’un (11) ergenlik dönemine girmesine az kaldı,’’ diye yanıtladı.
Ki; masada bahsettiği oğlan Oğuz’un babası da vardı. Umuyorum bu sözü geçen zor dönem yalnız başıma üstesinden gelmem gereken bir dönem daha değildir.
Üstüne bu sabah arkadaşım Aslı da canhıraş telaşının arasında yaptığımız telefon görüşmesinde;
‘’Özgür durumum bildiğin gibi değil. Bizim kız ergenliğe girdi ve ben kafasını öpüp okşamakla kafasını kırmak arasında gidip geliyorum.’’ deyince kendime gerçekten korkmalı mıyım diye sormaya başladım.
Gerçi Oğuz’la aramızda geçmiş dönemlerde yaptığımız ergenlik konulu sohbetlere bakılırsa o benden daha hazırlıklı ve bilinçliydi. Geçen yazı beraber geçirdiğimiz karşı komşularımızın oğullarından sürekli ‘ergen’ diye bahsetmeleri üzerine bana ergenin ne demek olduğunu sormuştu. Dilim döndüğünce çocuklukla büyük olmak arasında yaşanan ve tamamen hormonların kontrolünde olunan dönem diye tanımlamıştım.
‘’Yani söyleyip yaptıkları yalnızca hormonların kontrolünde mi oluyor insanın. Eğer öyleyse o dönemim geldiğinde söylediklerimi duyma, yaptıklarımı görme anne ve bil ki tümünü hormonlarım yapacak,’’ demişti.
Yazın üzerinden aylar geçti, okullar açıldı. O dönem Milli eğitim sistemimizin uygun gördüğü zamanda, okula ayca bile olsa büyük arkadaşlarıyla başlamış olan Oğuz, bu yıl kendinden farklı olarak birçoğundaki değişimleri farkedince biraz ürkmüş hatta tuhaf haller içindeler onlar, diye tanımlamıştı. Okullar neredeyse kapanacakken aralarındaki fark açıldı. Ve Oğuz bu halinden memnun olduğuna, ergen falan olmak istemediğine karar vermişti. Istediği hep aynı kalmaktı.
Ama üç gün öncesinin akşamüstü ikimiz birbirimize çığlık kıyamet bağırırken her şeyin dilediğimiz gibi olmadığını bir kez daha gördük. Çalışma masası yüzünden başlayan tartışmamız bağırtılara dönüştü sonrasında benim elimden çıkıp havada uçuşan terliği gördüm. İsabet ettirememiş olsam da havalanmıştı bir kere. Terlik havalandı biz sustuk. Bir süre sessizce oturduk. Kalktı. Giyindi. Cüzdanını aldı. Kitapçıya gideceğini söyleyerek çıktı evden. Yarım saat sonra geri döndü. Karşıma geçti,
‘’Sakinleştik mi?’’ diye sordu.
Gülümsedim. Yaklaşıp yanağımdan öptü. Yanıma oturdu. Elini tuttum.
‘’Bir daha bana bağırma,’’ dedim. Kafasını öptüm.
‘’Resim yapalım ister misin?’’
‘’Olur, yapalım. Hem bak dedemin verdiği harçlıkla yeni boyalar aldım.’’
‘’Ben su kabını getireyim sen de o sırada kağıtları, boyaları hazırla,’’
O akşamdan beri düşünüyorum hangimiz daha fazla korkuyoruz ergenlikten ya da hangimiz daha ergen olacağız diye.
Kendinin farkına varsın, bireyselliğine saygımı hissettireyim, onu duyup gördüğümü bilsin diye uğraşırken özgür bıraktım. Özgürce konuşsun, resim yapsın, hareket edebilsin, gözlemleyebilsin diye. Gelin görün ki bu defa da evde dolap kapakları, saksılar, sehpalara varana kadar boyadı. Bu sabah yaptığı resimlerden birkaçını çerçevelere yerleştirdim. Okuldan döndüğünde süpriz olsun, çerçevelediklerimi duvara astım. Evin her köşesi sokaktan bulup getirdiği bitkileri diktiğimiz saksılarla doldu. Tohumun mucizesini görsün, mucizelere inansın diye bir çekirdekle çıktığımız yolda altı adet limon fidemiz yanında yolunu gözlediklerimiz var.
Ve tüm bunları Anne Özgür olarak yaşıyorken diğer yanda ailece, kardeş, evlat, birey olarak yaşadığım onlarca şey oluyor. Bazıları boyuma, bazıları yüreğime, bazıları da aklıma büyük şeyler. ‘Geçecek’ diye diye sıraya konulmuş, kâh içiçe girmiş onlarca şey. Kötü şeyleri, bağırış çağırışlar, ayrılık, üzüntüleri, soruları sonlandırabilecek bir terlik fırlatsa biri bir yerden keşke. Terlik havalansa ve biz dursak.
Tamam hepsini yazdım, paylaştım ama Oğuz okuldan dönene kadar ki gerçekliğim Bulgur Pilavı! Dünden çorbamız var yanına bol soğan, salçalı bulgur pilavı sözüm var. Kalkmalıyım. Herkese selam eder sağlık dilerim.
Eyvallah
özgür tamşen yücedal