‘’Samimi ol, canımı ye…’’ derler. Neden bilmiyorum bugün uyandığımdan beri kulağıma fısıldanıyor. Samimiyetin gücüne, kudretine olan inancım hortlamıştır belki.
Öyle vıcık vıcık samimi(yMİŞ) gibi yapılmasından bahsetmiyorum.
Ya da ‘’Benim içim dışım bir’’e sırtını dayayıp kabalık, hadsizlikte sınır tanımamaktan da bahsetmiyorum.
Samimi(yMİŞ) gibi gözüküp en zamanlı yer de zamansızca ortadan yokolmaksa asla değil.
Canını yenilesi samimiyet; gerçekten kalbinden, içinden geldiği gibi davranıp sevenlerinki. Ve hatta sevmeyenlerinki. Sizi hayatında istemiyorsa, görüşmeyen samimidir. Hayatını sizinle geçirmek isteyip, hayatında size alan açıp, özenli davranan samimidir. Samimiyet öyle bir şey ki; mesafeler arayı açamaz. Mekan, zaman, yer, gök tanımayan bir şey…
Uzun aylar sonra bu sabah bilgisayar ekranımı açmam mesela, yürekten bir samimiyetle oldu. Özledim çünkü onu; harflerine dokunmayı, eski yorgun motorundan çıkan homurtusunu, çok zamanını alsa da direne direne ekranını aydınlatışını… Seviyorum ya hiç umurumda değil nasıl göründüğü, nasıl yürüdüğü, nasıl homurdadığı… Tıpkı tüm samimiyetimle sevdiklerime hissettiğim gibi.
Ya da çabalasam da, oldukları gibi kabul etsem de artık hayatımda istemediğim arkadaşlarım gibi.
Bu da sonradan oldu. Eskiden ne çok istermişim herkes beni sevsin, ben herkesi seveyim. Ne kadar çok önemsermişim samimiyet başlığı altında beni hadsizce eleştirenleri, hayatım hakkında fikir yürütenleri. Neyi nasıl yapmam gerektiğini söyleyenleri bile dinlemişim. Tabii asla onların suçu değildi, ben müsade etmiştim. Bazılarını hatırlıyorum; gerçek olmadıklarını hissettiğim halde tutunurdum. Bitti artık. Karşılıklı samimiyMİŞ gibi yapmaların tümünün vadeleri doldu. Çok şükür herkes rahatladı.
Bu yeni dünya düzeni, yeni dünya düzeni, yeni dünya düzeni… denilip durulmuyor ya. Işte yeni dünya düzeni demek biz demekti. Biz değiştik, değişiyoruz. Değişimin ardından dönüşmeyi de becereceğiz. Yani bir virüs geldi ve bizleri evlerimize kapattı; ‘’ev’’ derken kastettiğinin içimiz olduğunu anlayabilenlerden olduk inşallah. Gene o virüs geldi ve maske taktırdı bizlere; çenenizi kapatın artık, dedi. ‘’Susun!’’ Susabilenlerden, öğrenenlerden olduk oluyoruzdur inşallah.
Evde olduğum aylarda ‘’Kimseyi özlemedim.’’ dediğimde şaşıranlar olmuştu. Ama gerçek oydu. Çok şükür ailemleydim ve ben asıl özlediğim kişiyle birlikte karantinadaydım. Hasretliğimin farkında bile olmadığım kişiyle kavuşmuştum. Çocukluğumdan sonra ilk kez, tekrar… O aylarda kendimle buluştum ben. Vuslatın tarifsiz bir tecrübesiydi… Anladım ki; zamanı çoktan gelmiş bir buluşmaymış bizimkisi. Ve anladım ki; önce yanmak, yanıp kül olmak gerekirmiş.
Bulduğum Özgür’ün sevmediğim yönleriyle didişip kavga ettim çokça. Günler boyu soluğunu kestim Özgür’ün, çok korkuttum onu. Ki; her soluğunda düşünsün, her saniyesinin değerini bilsindi. Çok ağlattım Özgür’ü, sonrasında ağlayacağı şeyleri seçebilsin, kıymetli gözyaşlarını boşyere dökmesin diyeydi. Ama en çok da sevdim Özgür’ü ben; kendi istediği gibi, ihtiyacı olduğu gibi. Baktım günün sonunda tek isteği-ihtiyacı varmış; tam olabilmek. Tam olabilmek istiyormuş ki; kimseden onu tamamlamasını beklemesindi Özgür. Beklentisiz yaşamanın ne demek olduğunu öğrenme zamanı gelmişti. Ve asıl kendine samimi olma zamanı…
Belki yerden yere vurmalarımı biraz abartmış olabilirim, daha çok yolum da vardır ama şimdiki halim için bile şunu söyleyebiliyorum: ‘’canımı yerim yahu’’.
Evin içinde kendi kendime konuştuğum anlar oluyor; duysanız belki gülersiniz. Amanın ne sevmek ne sevmek. Içimdeki tüm güzelliği kucaklamış olabilmenin verdiği huzurun coşkunluğu. Ha arada ufak tefek oluyor tökezlemelerim, artık o hallerimi de kucaklıyor ‘’insanlık halim’’ diyerek seviyorum.
Yani kendime sonsuz şefkat göstermeyi öğren(iyorum)dim. Ama sonsuz… Yaradandan ötürü önce kendimi çok seviyorum.
Işte bu yeni düzene uyumlanmaya çalışmak böyle şeyler benim için. Tabii ben ve benim gibilerin ardımızda bıraktığımız yerlerde, geride kalanlar da varlar(mış). Gerçi hepimizden lazım bu dünyaya. Hâlâ; başkaları hakkında konuşmaya devam edenler, eleştirmekten öte duramayanlar, kötü sözü sakınmayanlar, kötü niyetleri dillerinde olanlar, ‘’senin iyiliğini istiyorum’’ şemsiyesi elinde dolaşanlar… varlar(mış). Her şeyi bilenler onlar, her cevabın kendilerinde olduğuna inananlar. Belki biliyorlardır. Durup kendilerine bakıp, gördükleri şeyle yüzleşebilip gördüklerini kucaklayabiliyorlarsa… Ama narsistlik ağır yük!
Naçizene önerim; başkalarını bırakalım da önce kendi iyiliğimizi düşünelim. Hepimiz başkalarına değil önce kendimize yardım edelim. En önemlisi hepimiz önce kendimizi sevelim. Hele önce kendimize samimi olalım. Çünkü artık –mış gibiler çok belli oluyor. Şeffaflaştık artık, dışarıdan bakıldığında neysek o görünüyor. Bitti yani kandırıkçılıklar. Narsizmin sonu geldi. O hallerin hepsi bazılarımızın tutunmaya çalıştığımız eski düzende kaldı.
Bu zamana kadar silkelenemediysek, silkelenip ‘kimim’, ‘ne istiyorum’, ‘ne için yaşıyorum’, ‘kimin için yaşıyorum’, ‘sınavım, tecrübelenmem gereken ne’, ‘kime ne faydam var’ sorularını sormayı beceremediysek dünyanın altı üstüne gelmişken arada sıkışıp kalmışızdır belki. Halbukî bu devirde, dünya kendini yeniden inşaa ederken yaşamak için seçildiysek mutlaka vardır bir sebebimiz. Nuh Tufanı benzeri bu dönemin vardır sebebi.
Güçsüz bıraktı, tüketti sandığımız şeyler belki de bizi yeniden inşaa ediyordur. Cesaret edip çıkamadığımız konfor alanlarımız baktılar olacak gibi değil, kendileri kovuyorlardır bizleri belki içlerinden.
Ekmeğin tohumla başlayan, ney-in sazlıktan koparılmasıyla başlayan masalı gibi masallarımızın içlerindeyiz. Değiştirebilmek şansımız var. Yoldayız.
Bir fısıltının peşine geldiğim yere gel.
Daha çok yazasım var ama kalkıp düdüklünün kapağını açmalıyım ki yemek serinlesin. Söylemesi ayıp zeytinyağlı taze fasulye pişirdim. yakında tekrar yazarım, açıldı bir kere ve yeniden kalemimin ucu inşallah.
Sevgi selam eder sağlık huzur dilerim. Gönlünüzde her ne varsa yollarınıza serilsin.
Kalp sesinizi dinleyin.
özgür