Aman da ne hayırladılar, ne hoşladılar bu Aralık ayını! Her yerde boy boy ilanlar; ‘’ Hoşgeldin Aralık! ‘’, ‘’ İyi ki geldin Aralık! ‘’. Hayır 2018’in son ayıy mış, sanki ilk defa sona kalmış bu Aralık. Ayrıca ne özelliği varmış bir yılın daha bittiğinin son habercisi olmaktan başka. 2018 deseniz; diğer aylarından ne hayır gördük de Aralık’tan ne göreceğiz. Kalan ne oluyor geçip giden yılların ardında? Izler! Iyi ya da kötü birkaç iz! Gerisi hep aynı terane…
Misal Aralık’ın bu gecesi; uyuyamıyorum. Ben ne ettim de uyutmuyor beni bu çakma 3 Aralık. 4 Aralık’ın başlangıcı gibi gözüken, 3 Aralık’ın sonuymuş gibi yaşadığım saat 00:13’de ne işim var benim ayakta. Uğraştım, uyumak için uğraşıyorum saat 22.00’den bu yana. Erdo’yu uyandırmamak için kımıldayamıyorum derken kollarım uyuştular yastığın altında. Az biraz dalmışım bir ara, rüya gördüm, üç köpek geldi yanıma, korktum, uyandım. Neden? Diğer aylardan farklı olarak, olsaydı bir hoşluğu uğraşmazdı benim uykumla falan. Gitsin Noel Baba’ya inananların dileklerini toparlasın. Ben ayın başından inanmaya başlarsam ne dileyeceğimi karar veremem zaten. Dönüp iki paragraf ne yazdım diye kolaçan ettim; hayal kırıklığı! Geceye mi, yılın son ayına mı, beni yalnız bıraktığı için uykuma mı, üzerimden geçen ve gitmekte olan bir yıla daha mı… Hangisinden yana hayal kırıklığım acaba? Bakın dedim size ‘’ aynı terane ‘’ler diye.
Uzun zamandır planladığım kendime kahvaltı ısmarlamak fikrimi geçen Cuma günü yağmur münasebetiyle hayata geçirmeye karar vererek uyandım. Müzik listemin destekleriyle yataktan çıktım, giyindim. Spora gittim, eve döndüm. Duş yaptım. Gece uyumadan önce planladığım gibi baştan ayağa gri giyindim. Kafam üşümesin diye saçlarımı kuruttum. Arabaya binip yola çıktım. Gene yağmur ve yer yokluğu münasebetiyle evden çıkarken saydığım paramın bir kısmına kıyarak aracı valeye verdim, ağlamadım. Tebessümle pastaneye girdim. Vitrinin önünden geçerken durup çilekli turta sipariş edip üzerlerine beyaz masa örtüleri serilmiş masalardan birine oturacağım bir de ne göreyim; deniz, yağmur ve martılar. Tebessümüm yapıştı dudaklarıma. Oturdum. Çantamdan önce son günlerde büyük zevkle okuduğum kitabı sonra okuma gözlüklerimi çıkarttım. Dilinde ‘’ Günaydın‘’ la gelen garsona günaydınlı bir kahve sipariş ettim. Yağmurun sesi ve manzaramdakiler ilk bir saat okumama izin vermediler, tutturdular adeta ‘’Bize bak’’ diye. Baktım. Derin derin… Kahvenin ardından bir çay, onun ardından bir kahve daha içtim. Turtayı yiyemedim. Kitaptan onlarca sayfa okudum. İyi ki buraya gelmeden önce okumamışım diye düşündüm, öncesinde okumuş olsaydım sonrasında buraya gelmezmişim. Gelmiş bulunmuştum. Önce markete ardından lostra salonuna uğrayacağım, öğle saatlerinin ilerisine çok kalmak istemediğim ve planımı gerçekleştirmiş olduğum için hesabı ödeyip kalktım. Tebessüm mü; götüme kaçtı.
Aracı bu defa ücretsiz bir yere parkedip girdim lostra salonuna; şimdilerde burun farkıyla tekrar moda olmuş, uzun yıllardır giymediğim çizmelerimin burunlarını kestirtmek için. Beni ‘’Merhaba’’yla karşıladı çalışan. Yarısını kitapta yazanları okurken kaybettiğim yarım ‘’Merhaba’’ mı verdim ona. Bim poşetine tıkıştırdığım çizmelerin ilk çiftini çıkartıp koydum arkasında çocuğun, önünde benim durduğum tezgaha. Işte ne olduysa o an oldu ve genç çocuk: ‘’Zamanında bunlar mı modaydı!’’ deyiverdi. Nasıl baktıysam ağzından çıkanın hemen ardından gözlerini kaçırdı gözlerimden. Gülümsemiştim hâlbuki. ‘’Canım benim!!! Şimdi bu yere yapıştırdığın beni yerden sen mi kazıyacaksın yoksa sürünerek kendim kendimi mi kazıyım!’’ dedim. O da gülümsedi. Içinde bir parça özür vardı. Yani öyle olmasını umdum, inşallah vardı. Yok eğer hiç özürlü falan değilseydi o gülümseme, buradan yazıyorum; iyi niyetli gülümsemem de ona girsin.
Akşam eve geldiğinde Erdo’ya anlattım. Tıpkı okulda bana yanlış yapan arkadaşımı şikayet eder gibi. Gözünüzde canlandırmaya çalışırsanız tahmin edebilirsiniz ses tonumu, bakışlarımı falan. Ama canım Erdo ne yaptı? Günümün lostra salonunda yiten kısmını tutup kurtardı: ‘’Yok sen yanlış anlamışsındır, o kesin başkasının çizmelerini getirdiğini sanmıştır.’’ dedi. Avunmak isteyince nasıl kolaycacık avunuveriyor insanın avunabilir yerleri. Avundum. Ardından da bana bir sinema filmi ısmarladı Erdo. Ağladım.
Ki; o gün de Kasım aynın son günüydü. Bitti.
Uykum? Gelmedi hâlâ. Takılmıştır birilerinin rüyalarında, kesin. Neyse aramızda birileri mutlu olsun en azından. Ben de yok onlarda da olmasıncılık yapamam, yapmadım, yapmayacağım. Hem zamanında yuttuğumuz sabır taşları böyle günler için değillermi ydi? Böyle günler için yutup hazmedik biz o taşları.
Oooo 641 kelime olmuş. Bırakıyorum. Yeter. Hemen sağ kolumun yanında duran kitabı elime alıp okumaya başlayayım, avutur sonra da uyutur belki?
Allah rahatlık versin.
Eyvallah
özgür tamşen yücedal