Birçok yer gibi yüzünü denize, yüzünü yeşiline döndüğünde çok güzel Karadeniz. Ve gene Karadeniz şehirleri Arap ve inşaat ve politikacıların rantına kurban gitmeden önce çok güzel miş. Kendi halinde, kendi başına zaten çok güzel olan Karadeniz’e kıymışlar. Keşke hiç dokunamasalar mış.
Trabzon Havalimanına doğru alçalmaya başladığınız an, denizi görüp gülümsüyorsunuz, elde değil gülümsetiyor deniz. Ta ki valiziniz elinizde limandan çıkıp estetik duygusundan yoksun, yan yana, ard arda dizilmiş apartmanları görene dek.
İşte tam böyle oldu benim de Trabzon’u ilk görüşüm. Doğanın gün gelip ondan alınanları geri alacağını bilerek bunu çabuk yapması dileklerimle denizi doldurup doldurup üzerine döktükleri betonermeleri görünce ağlamak istedim. Iç parçalayıcı…
Gündoğumu her yerde aynı güzel, şükür.
Ne kadar çok minare inşaa eder, ne kadar yüksek sesle yakarırsak o kadar çok günahın af olacağına inananların sayıları çok artmış, yazık. Bir de; ihtişamlı kocaman belediye binaları, kaymakamlık, adliyeler inşaa ettilerinde daha hizmetver, daha adil olabileceklerine inanıyor ya da bizim bu şekilde inanacağımızı sanıyor olmalılar.
O instagramda yapılan herkesin mutlu olduğuna dair paylaşımlar gibi bu bölgedeki birçok paylaşım da gerçeği yansıtmıyor. En başta; gelen Araplardan fırsat bulabilirseniz bir kıçımlık yer bulabiliyorsunuz adını sık sık duyduğunuz meşhur yaylalarda. Ama dediğim gibi yüzünüzü hep yeşile, hep maviye doğru tutarsanız içinizi coşturuyor.
Coşkun Karadeniz!
Kilometrelerce yol yaptık. Şehirlerden çıkınca doğa bizi kendi renklerine boyadı. Karadeniz hepsine herşeye inat kayaların içinden fışkırıyor, yeşeriyor. Hele o yollarda gördüğümüz evler, o evlerde yaşayanlar; nalyalarına ( serender ) astıkları mısır koçanları, bahçelerine diktikleri mezar taşları, her boşluğa saplayıp yetiştirdikleri karalahanalarıyla umursamaz gibi birçoğu tüm diğer olup bitenleri.
‘’ Falcı var mıdır buralarda?’’ diye soran bir arkadaşımıza ‘’Biz burada fala inanmıyor kaderimiz neyse onu yaşıyoruz ” dedi bize tüm seyahatimiz boyunca güleryüzü, kibarlığıyla eşlik eden Selim.
Yeşilinin her tonunu, hamsiyi, mısır ekmeğini, az şeker kattıkları kabak tatlısını, delibozuk havasını, fıstıklı pestilini çok sevdim. Maçahel ve yakından şahitlik ettiğim arı mucizesine bir kez daha, sonsuz hayran oldum.
Sindoma!
Işte ‘Sindoma’ ise burada öğrendiğim, halk arasında kullanılan en güzel kelime: Sen ve Ben, demek miş. Gerçi otele dödüğümde safaride baktım; Tanzanya, Kenya, Uganda ve Afrika Birliği’nde resmi dili olan Svahili dilinde; Ben Aptalım, demek miş. Size farkeder mi, bilmem. FEkat bana hiç farketmez; ‘Sindoma’ güzel kelime.
Bunların tümünü ufak ufak, pörçük ve bölük not etmişim telefonuma orada geçirdiğim, Trabzon. Rize, Artvin’i gördüğüm beş günde. Şu an feci başım ağrıdığı için neredeyse olduğu gibi paylaşmış oldum. Telefonun notları arasında kalacağına tam burada dursun!
Eyvallah
özgür tamşen yücedal