RSS

TEMBELLİK HAKKI

09 Mar

Onları görür görmez tanıdım.

Benim eski hastalığıma tutul­muşlardı.

Bir tüberkülozlu bir diğerini nasıl öksürüğünden tanırsa, ben de onları cep telefonlarının sesinden teşhis ettim. Bacaklarında uzun şort, başların­da hasır şapka, ayaklarında şıpıdık terlik, ellerinde cep telefonuyla geldikleri kum­salın her köşesinde cırcır böcekleri gibi arsız ötüp duruyorlardı. “Cırrr” sesini du­yar duymaz telaşla fırlayıp avuçlarındaki kumları silkeliyor, sonra da yüzlerini deni­ze verip koca göbeklerini ovuştura ovuş­tura uzun uzun konuşuyorlardı. Ardından telefonu eşler devralıyor, arada çocuklarını çağırıp “Gel yavrum anneannen bayra­mını kutlayacak.” davetiyle emaneti aile­nin en küçüğüne devrediyorlardı.

Büroyu tatil etmemiş, sırtlayıp getir­mişlerdi adeta…

Evlerinde internet bağlantılı dizüstü bilgisayarları, bütün kanalları çeken uy­du antenleri, “ne olur ne olmaz” diye yanlarına aldıkları takım elbiseleri de ol­duğundan emindim.

Emindim; çünkü bir süre öncesine ka­dar ben de onlardan biriydim.

En güzel tatil sabahlarına, günün gaze­telerini alabileceğim bir bayi aramakla başlar, bulamazsam konu komşuya sırnaşırdım.

İşkoliktim. Çalışmadığım her dakika kendimi kötü hissediyordum. Denize dalsam yazı konusu çıkarıyor, bir müze gezsem belgesel kokusu alıyor, kumsal­da güzel bir kadın görsem tv kadrajına oturtmaya çalışıyordum. Kulağım her daim telefondaydı. Diz üstü bilgisayarım şımarık bir çocuk gibi dizimden inmezdi.

Geceleri insanlar sahilleri gezerdi, ben TV kanallarını…

* * *

Sonra tedavi oldum.

“Tembel hakları evrensel beyanname­sini” okudum. Yan gelip yatmanın en te­mel insan haklarından olduğunu, hiç kimsenin isteği dışında çalışmaya zorlanamayacağını öğrendim.

Ütopyalar insanlara daha az çalışma, daha çok boş zaman vaad ediyorlardı.

O halde hedef buydu: Tembellikten arta kalan boş zamanları çalışmaya ayır­mak, “Niye hiç çalışmıyorsun?” sorularını da “Hiç boş vaktim olmuyor ki” diye ya­nıtlamak…

Doğrusu bahar, bu tedavi sürecinde en etkili ilacım oldu.

Orhan Veli’yi evkaftaki memuriyetin­den eden havalarla iyileştim.

Bir nisan melteminde, “Ne olacak bu memleketin hali?” sorularıyla memleketi ve çevreyi bunaltmak yerine, kuytuda bir hamağa kurulup güneşle halvet olma­nın, kulağımı uyanan toprağın sesine, burnumu rüzgarın nefesine verip bahar­la kadeh tokuşturmanın tadını keşfettim. Her bahar yenileniyordu insanoğlu; bir başka deyişle, “Bir nisan bir insan”dı.

İşte bunu öğrendiğim için tatilde eski hastalığımın pençesinde can çekişenleri görünce yanlarına gitmek, cep telefonlarını anteninden tuttuğum gibi denize at­mak ve sonra onları şaşkın bakan gözle­rinden öperek, “Üzülme yavrucuğum” demek istedim, “İyileşeceksin. Gör bak, onlarsız kendini daha iyi hissedeceksin.”

* * *

Yazıya, tembellerce “Düzeltilmiş” bir La Fontaine masalıyla son verelim:

Karınca yine deli gibi çalışmış o yaz; dere tepe gezip kış için yiyecek depolamış. Ağustos böceği ise yine dalgasını geçip şarkılar söyleyerek çiçek çiçek ge­zip eğlenceye vurmuş kendini… Sonra kış gelmiş. Karınca tam biriktirdiklerini yemeye koyulmuş ki kapı çalmış: İki dir­hem bir çekirdek Ağustos böceği… ba­şında şapka, elinde bavul… “Hayrola” di­ye sormuş karınca… “Paris’e tatile gidi­yorum, bir isteğin var mı?” diye sormuş bizimki… Karınca öfkeyle, ‘Tek bir ricam var” demiş, “Söyle o La Fontaine denen madrabaza, bir daha öyle poposundan masal uydurmasın…”

CAN DÜNDAR

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Mart 2012 in İNSANOĞLU

 

Etiketler:

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

 
%d blogcu bunu beğendi: