Her sabah tüm heybeti ve gürültüsüyle açılan han kapısı. Ardına kadar açılan ama eşiğinden taze gün havasına, ışığa yol vermeyen han kapısı. O eşiğin altından geçip içeriye girdiği sabahların sayısının hesabını yapmaktan çoktan vazgeçmiş, yorgun adımlı kadın. Dükkân kapılarının kilitlerini açmaları için ceplerden çıkartılan anahtarların sesleri. O seslere eşlik etmeyen, kadının boynunda düğümlü mavi ipin ucundaki anahtar. Han tuvaletinin anahtarı. Han akpısının eşiğinden geçen kadın dar merdivenlerden iki kat aşağıya iniyor. Sahanlığa açılan kapının kilidini çeviriyor.
Elinde getirdiği bez torbasını kapı koluna asıyor. Diğer akşamlar olduğu gibi dün akşamda koyduğu yerde, kapının hemen ardında duran sandalye ve boyaları soyulunca çıplak kalmış olan sehpayı çıkartıyor sahanlığa. Üzerine en ucuzundan peçete ve kolonyayı koyuyor. Eğilip köşede duran naylon terliklerini alıyor. Ayakkabılarını çıkartıyor. Önce terliklerin üzerinde duran çetikleri sonra da terliklerini geçiriyor ayaklarına. Besmele çekmek geliyor aklına ya, savıyor aklından. Lavabonun altında, içinde rutubetle birlikte temizlik malzemelerinin hapsolduğu dolabın kapağını açıyor. Su şişesini eline alıyor. İçinde, mahallede ucuza açık deterjan satan dükkândan aldığı pembe, sıvı deterjan. Şişle deldiği kapaktaki delikten boca ediyor pembe deterjanı, sararmış tuvaletlere, yere döşeli kararmaya yüz tutmuş taşlara, lavabolara. Eğilip dolaptan aldığı kovaya su dolduruyor. Fazla değil, az biraz su koyuyor. Kapının ardına yaslı, ucunda fırça olan sopayı kovanın içinde ıslatıp başlıyor köpürte köpürte fırçalamaya her yanı. Taharet musluğuna taktığı yeşil hortumla duruluyor köpükleri. Son olarak çek pasla akıttı mı kalan suları, sık sık tıkanan gidere doğru, bitiyor işi.
Kapı kolunda asılı torbasını alıp oturuyor sandalyeye. Dizlerini tıpkı kendisi gibi rengi solmuş olan battaniyesini de seriyor. Üst kattaki dükkânlardan birinde çalışan genç kız geliyor. Önünde durup uzattığı eline iki peçete sıkıştırıyor kadın. ‘’ Ne kadar zayıf, solgun kız.’’ düşüncesi bile geçirmiyor aklından. Selam niyetine tek bir kelimede etmiyorlar zaten. Günden, günlerden umudunu kesmişlerin selamı olmaz. Dönüp merdivenlerden çıkarken genç kız, ardında yalnızca küllüğe attığı meteliğin sesi kalıyor o kadar.
Kaldığı yerden devam ediyor kadın ve her gün olduğu gibi bez çantasından çıkartıyor yünlerini. Şişlere geçirdiği yünü örmeye başlıyor. Sırf örmek için. Belki geçmişinde kalmış olan güzel günlere yol olur umuduyla örüyor hiç durmadan, kim bilir? Dünyanın ne kadar zalim bir yer olduğunu unutmak, unutabilmek için örüyor hiç durmadan belki de. O ördükçe dört yıl önce Yüksekova’da şehit düşmüş olan oğlu yattığı yerde ısınır diye örüyor belki de hiç durmadan. Belki de yalnızca hana girip çıkan geceden kara yüzlü adamları, geleceğe karşı hiç umudu kalmamış insanları görmemek için örüyor hiç durmadan. Aydınlığa yer olmayan han kapısının ardında, tuvaletin önünde duran taburede.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
belgin
15 Kasım 2012 at 09:01
Ohhhhhhhhhhh, eline sağlık, sahalarda böyle hareketler görmek çok hoş. Şımarır devamını ısrarla beklerim. Bak şimdiden bekliyorum 🙂
BeğenBeğen
ÇELEBİ KAPTAN
15 Kasım 2012 at 20:00
Çevremizde olan bitenleri, yaşanan hayatları görmeyi bizlere hatırlattığınız için teşekkürler
BeğenBeğen