‘’ Gel ‘’ dedin. ‘’ Takip et beni!’’
Ve hızlı adımlarla yürümeye başladın önüm sıra. Kalabalık bir yerdeyiz. Çok gürültü var. Durmadan anonslar yapılıyor. Anlayamıyorum denilenleri. Geniş S çizen koridorlarda geliyorum peşinden. Yürüyen merdivenlerin önüne gelince duruyorum. Çok dik ve hızlı. Kafamı kaldırıp bakıyorum. Sen çıkmış yürümeye devam ediyorsun, arkana bakmadan. Telaşla adım atıyorum kıvrılıp oluşan basamağa. Dengemi kaybediyorum. Arkamdan bir güç çekiyormuşçasına… Düşmüyorum. Bir anda eğim düzeliyor, iniyorum merdivenden. Etrafıma bakınıyorum. Seni göremiyorum. Önümde iki koridor var. Seni bulamama korkum seçim yapmak için vakit harcamama engel oluyor. Düşünmeden, öylece yani sapıyorum solumdaki koridora. Koşmaya başlıyorum kafamda yankılanan ‘’ Ya kaybedersem?’’ endişesiyle. Seslenmek istiyorum sana. Sonra…
Birden aklıma geliyor: Sahi biz nereden, neden çıktık yola? Peki, nereye gidiyoruz? Neydi bu telaşlı koşturmaca? Neyi yakalamaya çalışıyoruz? Peki ya arkamızda bıraktıklarımız? Atladıklarımız? Bir yeni şeye, bilinmeze koşarken ya yanından geçtiysek asıl aradığımızın? Bulacağımızı sandığımız şey her neyse, ya geride kaldıysa? Bütün bu ihtimalleri savuramam. Böyle koşarken yakalayamam ardımda kalan beni, kendimi. Duruyorum.
Sen git.
Şimdi dönemem geçtiğim koridorlardan. İnemem çıktığım merdivenlerden. Ben biraz soluklanacağım burada. Belki göreceğim, bekleyeceğim vardır burada.
Keşke ‘’ gel ‘’demeseydin bana.
Keşke bu kadar korkmasaydım kaybetmekten.
Keşkelerim ve ben duruyoruz. Tanpınar’ın dediği gibi:
‘’ Mutluluğu sessizce yol kenarına bırakıp gitmek …’’ gerekir bazen. Durmak gerekir…
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL