Dün gece yine senli bir rüyanın içindeydim. Yatağımdan çıktık rüyamın içinde sen ve ben, gökyüzünde dolaşıp duran başka rüyaların aralarında gezindik.
Yine senli rüyanın içindeydim. Ve yine deniz… Deniz kenarındaydık. Deniz; olabildiğine ılık, alabildiğine turkuaz… Ben ise mutlu tadabildiğime…
Bulutlarla sevişmek gibi rüyalarımda seninle sevişmelerim, yumuşacık. Sait Faik yazmıştı ya hani “İçine ılık, sıcak bir yağmur yağmış gibi…”
Ufak bir çocukta vardı bu defa, beyaz kumlarda oynuyordu. Güneş gibi pırıl pırıl bir çocuk… Ufacık… Masum…
Tertemiz senli rüyalarım. Huzurlu… Arzulu, şefkatli…
Daha çok özlüyorum seni ben böyle sabahlarda. Gözümü açtığımda nefesin değsin istiyorum sol omuzuma. Saçlarımı ellerinle okşayıp bir öpücük kondur istiyorum enseme. Seni istiyorum böyle sabahlarda ben.
Telefonla arayıp sesini duymak istemiyorum. Uyandığımda yatağımda görmemekten daha uzağımda hissettiriyor diye.
Dün gece yine senli bir rüyanın içindeydim ben. Ben seni özlemiş uyandım yine bu sabah, rüyamın kokusunun sindiği beyaz çarşafların üzerinde.
Şimdi bir tren garında ben, ellerinde valizleri, yanlarında kendileri bir yerlere, birilerinin yakınına, kimilerinden uzağa giden insanların arasında oturmuş tren saatini bekliyorum. Gözlerimi kapatıp senli hülyalar kuruyorum sevgili. İçinde denizin kenaranda olduğumuz, beyaz kumsalın üzerinde uzandığımız hülyalar. Geçen gün çekilmiş fotoğraftaki gibi bir gülümseme senin yüzünde…
özgür tamşen yücedal