Kuş kanadına binip çayırlara gitmeyi öğretti Barış bana. Düşle gerçek, onun o yarım sözcüklerinde öylesine iç içe geçerdi ki, dünyanın çirkinlikleri bir bulut gibi kayıp giderdi yarım göğümüzden. Taş avluda düşsel uçurtmalar uçurmayı işte öylece öğrendim Barış’tan. ( sayfa 11 )
Burnun büyüdü mü İnci? Hani Pinokyo’nunki gibi… Sen anlatmıştın, Pinokyo diye bir kukla varmış. Yalan söyleyince burnu uzuyormuş. Yalan söylersen senin de burnun büyür demiştin bana. Sen de yalan söyledin! ( sayfa 15 )
Bugün görüş günüydü. Ama kuşlar hiçbir şey getirmediler. Ne babamı, ne de senin mektubunu. Sen bana demez miydin hep, çok istediğin bir şey varsa söyle, kuşlar pazara gidince belki getirirler diye? Kaç gündür söyleyip duruyorum. Bana görüş günü babamdan ve senden haber getirsinler diye avludaki bütün kuşlara seslendim. Hatta demirlerin arasından bile bağırdım. Bugün başkalarına geldi mektup. Oysa onlar kuşlara söylememişlerdi. Yoksa bana küstüler mi? Hani bir kere taş atmıştım bir kuşa. Küserler sonra demiştin sen. Küstüler mi dersin? Ama bir daha hiç taş atmadım ki! ( sayfa 22 )
” Hani işin vardı? ” dedim.
Kızdı bana.
” Düşünüyorum ya, bu da iş. ” dedi. Düşünmek ciddi bir işmiş. Hatta Nuran’ı düşündüğü için atmışlar buraya. Öyle söyledi.
” Yanına yatıp senle birlikte düşüneyim mi? ” diye sordum.
Güldü o zaman. Büyüyünce beni de içeri atarlarmış, çok düşünürsem. Sahiden atarlar mı İnci? ( sayfa 25 )
Ayşe de iftira mı ediyor İnci? Hem iftira ne demek? ( sayfa 33 )
Geçen gece yatağım ıslanmıştı yine. Annem kızdı.
” Koca herif, utanmıyor musun yatağa işemeye! ” diye azarladı beni.
Ama ben işememiştim ki! Hani Miki’li bir kilotum var ya. İşte o Miki işemişti. Annem bana iftira etti, di mi İnci? ( sayfa 34 )
” Biz her şeyi paylaşmayı severiz, ” dedi.
Tıpkı senin dediğin gibi. Paylaşmak kötü mü İnci? Sevim diyor ki: Siz hepiniz paylaşmayı sevdiğiniz için buradaymışsınız.
Paylaşmayı sevmeyenler kapatıyormuş sizi buraya. ( sayfa 44 )
Safinaz başının üzerinde yıldız görmeyi, çocuklarından bile çok özlemiş. Sen şimdi başının üzerinde yıldız görebiliyor musun İnci? ( sayfa 52 )
Müdür öfkesinden yerinde zıplamaya başladı. Tıpkı beyaz saçlı amca gibi. O amca kitaptan korkmuştu; müdür de uçurtmadan korktu galiba.
Uçurtmanın müdüre ne zararı olur İnci? Müdür neden ille de onu vurmak istiyor?
O kadar uğraştılar ama vuramadılar. O zaman müdür tüm öfkesini bizden çıkardı. Sen bilirsin neler olduğunu… ( sayfa 99 )
İlk okuduğumda henüz uçurtmalar uçurulabilinir, hayat kolay yaşanılabilinir sandığım yaştaydım. Yalanın en temizini bilir, iftiranın ne olduğunu bilmez yaştaydım. Her gece başımın üzerinde yıldız görememenin ne demek olduğunu bilmez yaştaydım. Bunca yaş geldi kondu omuzlarıma. Evelallah yalanın da iftiranın da alasını yaşadık, gördük. Dört duvar nedir? Kocaman sokaklarda, başının üzerine yıldızlar varken bile nasıl dört duvar arasında gibi hisseder insan bildik.
Kitapların, kasetlerin kutulara konulup saklandığı anlar var belleğimde. Ama şükür ki hiç yırtılıp yakılmalarına şahit olmadı gözlerim. Sanırım bu sebepten, her kelimesinde beni alıp götürmüş olsa da otuzbeş – kırkikinci sayfalarında, bir kitabın hapishane müdürü tarafından yırtılıp yakıldığını anlatan bölümde allak bullak oldum. Bir katliama canlı şahitlik etmek benzeri bir şeydi.
Şimdi düşündüğüm ise, Elif’in okulundan okunacak kitaplar arasında bulunan ” Uçurtmayı Vurmasınlar ” ı okurken kızım ve arkadaşları neler hissedecekler. Ama bu kadar kötülüğü, adaletsizliği, düşünce suçunun ne olduğunu, uçurtmaların nasıl vurulup kitapların nasıl yakıldıklarını duymuş olsalar bile gerçekliğini bizim kadar derinden hissetmez, bu kadar acımazlar değil mi?
İşte ben bu haller içindeyim. Başımın üzerinde yıldızlar, elimde vurulmuş uçurtmalar.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL