‘Seni anlıyorum.’
Ne boktan, yalan bir cümle. Her duyduğumda, söylemek istediğimde ‘ Ha siktir ordan.’ patlıyor içimde.
Hissettiklerini benimle paylaşan ne çok arkadaşımın anlattıkları dönemde yaşadıklarını anlayamadığımın, anlayamamış olduğumun ayrımına varışlarım hep ızdıraplı oluyor çünkü benim. Benim sıram, zamanım, kaderim değilse eğer aynı damdan düşmek genellikle gördüğüm rüyalar sayesinde oluyor. Rüyamda anlatılmış olayı yaşıyor, gözlerimi açtığımda hissettirdiğiyle yatağa çakılmış oluyorum. Ve gene çoğunlukla kımıldayamadan ağlamaya başlıyorum. Özür diliyorum çoğu zaman haberleri olmadan onlardan. Kimine telefon açıyor, ‘Seni anlayamamışım ama artık biliyorum ne hissettiğini.’ diyorum, artık geçte olsa. Az önce olduğu gibi… Ki; bu defa içim yanarak uyandığımda hatırladığım an arkadaşımın ‘Bana neden güçlü olmam gerektiğini söylüyorsun! Bana acısana!’ diye haykırışı gün gibi aklımda.
Yaşanılanı kaç yıl oldu hatırlamıyorum çünkü çok ama çok uzun yıllar oldu kimseye ‘seni anlıyorum’ demeyişim. Bugün de kaybının acısının içini dağlayışı değil aslında tam olarak hissedebildiğim. Beni ağlatan birinin yanında acınası hale gelmekten endişe etmeme, sorgusuz sualsizce sığınabilme isteği. Utanıyorum, diyebilmek. Dizlerinin üzerine çöküp utancını dile getirebilmek. ‘Bana sarılmana ihtiyacım var.’ diyebilmek. Deliler gibi istiyorum, istemiyorum diyebilmek.’ Nasıl göründüğüme bakma çok güçsüzüm, gizliyorum.’ diyebilmek. An geldiğinde; hiçbir şey söylemeden dizlerine başını koyup sessizce gözlerini yumabilmek. Yanında çırılçıplak kalabileceğin birinin varlığına ihtiyaç. Karşısındayken üzerinde kalkan, kılıç, perde ne varsa kaldırıp atabileceğin biri.
Dakikalardır tavana gözümü dikmiş bunu düşünüyorum. Ve gelmiş, geçmiş, gelecek, gelme ihtimali olan tüm duygulardan arınmış olarak çoğumuzun hayatında böyle biri olmadığını sanıyorum. Olduğu, olabileceği ihtimaline sığınıp soyunan nice hayal kırıklıkları vardır.
Ben mi? Benim kuyrup yalnızca bir başıma, kendim kendimleyken iner. Bütün sığınmam kendime, çıplaklığım, kılıç kalkanların gene kendime. Bu halimin kaç yıl önce üzerime yapıştığını da hatırlamıyorum.
Bir sigara ve bira molası verdiğim az önce aklıma gelen bir an var hatırladığım, anlaşılıp anlaşılamamakla falan ilgili değil, kendimi rahat bırakmaya çabaladığım ilk zamanlar. On yıl önceydi;
Ayşegül’le sohbet ederken ‘ Gözlerini kapat, bir an bile olsa kendini bırakmayı dene.’ dediği an. Suyun üzerinde yatıyor olduğumu hayal ettim. Bırakmaya çalıştım, su beni kaldırsın, akıntıya teslim olayım istedim. Çok uzun zaman bu anı hayal ederken ayaklarımı yerden kesemedim, teslim olamadım. Ama şimdi… Şimdilerde sıkıştığımda becerebilirsem suya bırakıyorum kendimi. Düşünmekten, sonuç çıkarmaktan, sonuca varmaktan, ihtimallerin peşinde koşmaktan vazgeçiyorum. Hele hele henüz olmamış bir şeyin ihtimalleri… Gücüm, aklım yettiğince düşünmüyorum. Sırası gelince, o an gelince diye diye teslim oluyorum. Ve her şey gelip geçiyor. Öyle ya da böyle her şey bitiyor. Ha ben öncesinde tasarlasam, kafa yorsam, anımı zehir etsem sonuçlar değişik olurlar mıydı? Bence; hayır. Her şey tam olması gerektiği gibi, olması gerektiği zaman ve yaşanması gerekenlerle yaşanıyor.
Başka bir soru; bunları anladım, elimden geldiğince hayatımın içinde uyguladım, erdim mi? Hayır! Yalnızca biraz daha delirdim, şükür. Zaman geliyor kafamın içine sığamıyoruz; düşünceler, sorular, unutulmaması gerekenler yanında unutmaya çalıştıklarım da sığışıyorlar, şarkılar, isimler ler ler ler, zorluyorum gitsinler diye. Gitmiyorlar. Yapacak bir şeyin kalmadığında da müziğin sesini açıp basıyorum bir küfür, yola devam. Önümde kılavuzluk eden olsa ona da küfür ederdim herhalde. Kimse kimseye, hiçbirimiz bir diğerimize akıl vermeye kalmayalım. Ha kimi dayak istiyor o ayrı. Hele anlatmayı bırakın akıl isteyen, sonrasında hem verdiğiniz hem de kendi aklının tersine gidenler var ki; ne bok yersen ye denecek cinsinden. Yaşadığı her kötü şeyin faturasını başkalarına kesip, saygısızca hakaret edenler var ki; onların ne yaşadığı kimsenin umurunda olmuyor.
Ney miş; karşımızda aynı damdan düşen olmadığı sürece anlatılanlar tırı vırı.
Bugünkü akıl, dünkü akıl, anlıyorum, anlayamadım, dım dım dım….
Mavi en güzel renk vesselam.
Deniz ise yaptığımız iyilikler atılsın diye, iyilik yaptıklarımızı atmak için değil.
Ümidimizi kaybetmeyelim. Ve mümkünse ümidimizi hep kendimizden yana tutalım.
Lüzumsuz gelenlere ‘kış kış’ diyelim.
Çay demleyelim.
Spor yapalım.
Çekirdek çitleyelim.
Öğle uykusuna yatalım.
Sevelim.
Sevişelim.
Özlemcesi:
‘ Uyarsa uyar / Uymazsa uymaz ‘
Eyvallah
özgür tamşen yücedal