RSS

devam

14 Ağu

Çevirim içi olduğunu görmenin gülüseten gücü adına Merhaba!

Sizlere benim yaşımda bir kadın için tuhaf gibi gözüken yukarıdaki giriş cümlesinin sebebi geçtiğimiz günlerde gençlerle çokça vakit geçirmem. Gençler; kızım ve arkadaşları. Hepsi ofline gözüküp online yaşayan kesim. Daha anlaşılır olarak, bizler gibi kapı gıcırtısında oynamıyorlar. Ak ak, kop kop… Hoşça, sohbetlerle geçirilen vakitlerin bedeli olarak onların ardından bugün makinede yıkanmış, elle asılmış, toplanmış, ütülenmiş, yerleştirilmiş sekiz makine çamaşır ise diğer hediye. Tam bitti derken Oğuz’un arkadaşını yatıya davet etmesi sonucu pişirmek zorunda olduğum yemek, toplamak zorunda kaldığım masa, bulaşıklar… Ve nihayetinde yıkanıp paklanmış, yıkılmamış oturur vaziyette elimde çayımla verandadayım. Şükür. Saçlarım ıslak hafif yel geliyor ama gelin görün ki; kalkıp enseme bir havlu almaya mecalim yok. Öyle ki; ikinci bardak çayı da kalkıp dolduramayacağım için bir bardak yeterli diye diye oturacağım. Arka mahallede düğün var, davul sesi geliyor. Vallahi yalnızca sesi bile yoruyor. Eskiden herkesin samimiyetle eğlendiği düğünlerimiz vardı ya, sonlarına doğru ayak kollar pes eder de tüm mecalsizliğimizle pistten inmezdik işte durumum o. Tabii tüm bunlardan sonra bu nemli saçlarımla, ütü kokan temiz nevresimlere kendimi gömecek olmamın huzuruna bulanmış olmak enfes bir his.

Asıl anlatmak istediğime gelirsem; geçen yaz okuduğum Suna Kıraç’ın biyografisinden sonra bu yaz da Hüsnü Özyenin’kini okuyorum. Az kaldı. Neyse işte bu defa da anlatılan başarılar, cesaretle atılan adımlar, olamazı olur yapabilmeler… karşısında bendeniz bir coş bir daha coş. Öyle ki; üniversiyete dönüp tekrar okuma aşkıyla dolmak falan. Bir bankada çalışabileceğime inanmalar fElan. Bu kadar yükselmenin verdiği enerjiyi tutup bugün ev işlerinde harcamış olmak ise işin trajikomik yanı. Arada beyaz bir kelebeğin peşinden dalıp gitmeler, kahve molaları, iki satır okumalar var tabii. Ama ‘Ne bok yiyeceksen ye, sorumluluk almayı bileceksin. Sorumluluk alamayacaksan o topa girmeyeceksin.’ diye de lafı var. Ben birçokları gibi o topa girenlerdenim. En azından kendim kendime yoğrulup gidiyorum. Başkalarıyla debelenmeden, beklentileri yutarak, kulağın arkası, gözün kapağı, dilin dudağı diyerekten. Nasıl olsa her şey geliyor sonra geçiyor. Geçen gün bir arkadaşım ‘’Doğru söylüyorsun her şey gelip geçiyor be Özgür. Ama ben de sana bir şey söyleyeyim; bir tek aşk acısı geçmiyor. Geçti sanıyorsun ara ara eski dikiş izi gibi sızlıyor. ‘’ dedi.

Bu arada kardeşim Özlem’de iyi geldi son dönemlerde. Gerçi şükürler olsun her dönemimde yanımda. Derken Özlem ve kızı on gün benimle beraber kaldılar. Sabah yürüyüşlerimizde ağaçlara sarılmaları, kahve için hep zaman bulabilmesi, öğleden sonra başlayan dizileri bir de hiç susmayan çenesi. Bir sabah uyandığında boynu tutulmuştu. Sonraki günlerde kızıyla beraber çenesinin tutulmasını bekledik, tutulmadı. Ama insan feci alışıyor. Gidişinin ertesi günü izlemesine laf ettiğim diziyi izler buldum ekran karşısında kendimi mesela. Sabahın bir körü bulaşık makinesini boşaltırken evde tadilat var mış havası yaratmasını. Gelirken bana getirmiş olduğu kitabı ( Beyinde Ararken Bağırsakta Buldum – Serkan Karaismailoğlu ) okuma sürecimde yaptığımız sohbetler sonunda benim beyin – bağırsak bağlantısında kopukluk olduğu sonucuna varmasını. Özetle; özledim, tekrar gelsin istiyorum. Bir de resim yapmayı çok özledim. Yaz sonunda kendimi tuvale gömüp kaybolasım var.

Başka bir havadis; Elif yarın üniversiteye kayıt olacak. Ilk tercihini tutturmayı başardı. Burasından bakınca çok sevinçli bir durum. O 19 yaşına gelirken benim gelmiş olduğum yaşı, zaman geçerken farkına varamamış olmanın salaklığını, geçen yaşların kıymet bilmezliğimi, yılların ardından hep bu saftolaz ifadeyle hep aynı soruları soracak olmamın eminliğini düşününce pek sevinçli olamıyorum. Bu zaman gerçekten durması gereken yeri bilmiyor. Dil desen bazı an geliyor ne diyeceğini bilemiyor. Ayaklar gitmek istiyor gidemiyor. Ses çığlık istiyor susuyor. Sorular cevap bulamıyorlar. Giden gidiyor ağlamalar susmasını bilmiyor. Hep bir bilememezlik, diyemezlik, görememezlik. Işte tüm bunlar yaşıyor olduğumuzun kanıtları. Devam!

Maviden vazgeçmeyin.

Işaretleri takip edin.

Sağlık için şükredin.

Canınızın istediğini yapamıyorsanız hayal kurmaktan vazgeçmeyin.

Eyvallah.

özgür tamşen yücedal

 

 
1 Yorum

Yazan: 14 Ağustos 2017 in GENEL

 

One response to “devam

  1. Sehla

    17 Ağustos 2017 at 19:35

    Yazilariniz bana cok iyi geliyor.acip acip okuyorum.siz hep yazin.sevgiler.sehla…

    Beğen

     

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

 
%d blogcu bunu beğendi: