1933 – 2012
Hayatı; Beyoğlu’nda, Galatasaray’da, koskocaman demir parmaklıkların ardındaki bir eğitim kışlasında, Mekteb-i Sultani’de öğrendim. İşte, orada gözümü açtım dünyaya; orada başladım dünyayı tanımaya ve öğrenmeye. Önce, sevgiyi, sevmeyi öğrettiler. Ben de, başladım sevmeye, okulumu, sınıfımı, derslerimi, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı, çevremi ve çevremdekileri… Boy boy büyüdükçe, sevgim de büyüdü, olgunlaştı.
Beyoğlu’nu, Beyoğlu’nun güzelliklerini sevmeyi öğrendim. Çiçek Pasajı’nı, Degüstasyon’u, Lambo’nun Meyhanesi’ni, meyhanelerde tanıdığım şairleri, yazarları sevdim. Onlar; şiirleri, romanları, hikâyeleri sevdirdiler bana.
Bir başka güzeldir sinemalar; ama sonra tiyatroyla tanıştım. Ve tiyatroya âşık oldum. Yıllardır hala sürer bu sevdam. Bütün hayatım boyunca; sevgiyi, sevmeyi, aşkı öğrenmişim demek ki…
Ben bir aşığım; gönül sazında ağıtlar yakıp, bana sevgiyi, aşkı öğreten dostlarımı, sevdiklerimi arıyorum. Nerede benim şairim, Edip Cansever’im? O canını sevdiğim şair ile bedestenden bir yolculukta votkanın yanına katık ettiğimiz vişnelerle kırmızıya boyadık, bütün meyhaneleri. Sonra Asmalı Mescit ile kırdık şişeyi.
Nerede benim filozof şairim; Özdemir Asaf’ım? Kimi akşamlar şaraba bulanırdık kimi zaman votkanın içindeki limon kabukları gibi sararırdık. Kimi zamanda şişelerden kadehlere dökülürdük. Sözleşmiş gibi, sabahları çorbacıda buluşurduk. Dost kokulu geceler biter, gün işkembe çorbacısının içine düşerdi. Sonra uykular yapışır yakamıza, bizi sürüklerdi.
Yeniden başlayan günün akşamı, tiyatroya koşardım. Elimde bir oyuncak tabancayla, beni orada Altan Erbulak’ın beklediğini bilirdim. Oyun başlayana kadar, biz kendi oyunumuzu oynardık; ‘’ Esir Almaca ‘’. Birbirimizin sevgilerine esir olurduk. Tiyatronun boş günlerinde, Cağaloğlu’na, Bab-ı Ali’ye giderdim. Halit Çapkın, Turhan Aytul, Bedri Koraman, Namık Sevig, Hasan Pulur ve Şükrü Gülesin hep birlikte yürürdük geceye.
Sanki Beyoğlu’nun her köşesinde bir çiçek vardı. Çiçekler kokardı, dostlar kokardı sokaklar. Kaldırımlarda üçgenler çizerek giden, bir değerli ressamımız vardı; Erdoğan Değer. Yolları kazan işçilerin elinden kazmayı kapıp, ‘’ Ver işçi kardeşim, ver o kazmayı, senin yerine ben kazayım. ‘’ diyen, sonra da işçiden küfür yiyen Koca Cahit Irgat nerede? Nerede bütün bu insanlar? Nereye gittiler?
Kayışdağı, Çamlıca Tepesi var İstanbul’da; Kaf Dağı yok ki ardına gittiler diyeyim. Şimdi bir kaşık dost, bir kaşık sevgimle kaldım bu dünyada.
Hiçbir şey bilmiyorum; ne internetten anlıyorum ne bilgisayardan. Telefonun ‘’ Yes ‘’ ine basıp konuşuyor, ‘’ No ‘’ suna basıp kapatıyorum.
Bütün bildiğim; öğrendiğim; sevgiymiş bu dünyada.
Şimdi içinde bulunduğum kaşıkta, ecelin beni ‘’ Ham ‘’ yapmasını bekliyorum. Ne diyebilirim… Afiyet olsun.
EROL GÜNAYDIN
‘’ Hayattan ne öğrendiniz? ‘’ sorusuna bu yanıtları 2010 yılında vermiş usta oyuncu. Bloğa geçirirken, her kelimede, her satırda ‘’ Acaba biz ne öğreniyoruz bu hayattan? ‘’ , ‘’ Ne kadar şanslıymış. ‘’ , ‘’Yaşadığı son yıllarda insanlardaki sevgisizliği, yozlaşmayı gördükçe acılanmış, bizler için üzülmüş müdür? ‘’ diye düşünmekten alamadım kendimi. Edip Cansever’ler, Özdemir Asaf’lar, Altan Erbulak’lar, Hasan Pulur’lar, Halit Çapın’lar, Erdoğan Değer’ler ve bu dünyaya izini bırakmış niceleriyle geçen hayat. Gerçekten, gidenler nereye gittiler? İstanbul’da Kaf Dağı yok ki ardına gitmiş olsunlar. Sonra dedim ki kendi kendime;
‘’ Hiçbir yere gitmiyorlar aslında. Tablolarında ki fırça darbelerinin altında, anlattıkları hikâyelerde, yazdıkları romanlarda, bastıkları notalarda, baktıkları kameranın ardında yaşamaya devam ediyorlar, edecekler. Takii bizler görmekten, okumaktan, dinlemekten, izlemekten, şarkı söylemekten vazgeçinceye kadar. Hayaller kurmaktan vazgeçinceye kadar. Umutlarımızın ucunu bırakıncaya kadar. İnsanlığımızı, sevgimizi kaybedinceye kadar ölmeyecekler. ‘’
Selam Olsun!
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL