Dün hava puslu. Bardaktan boşanırcasına yağıyor yağmur. Penceremin perdesini açıp oturdum masamın başına. Yağan yağmurun davetini kabul ettim. O anlattı ben dinledim. Duyduklarımı yazdım masada duran kâğıda. Bir adam gitti. Ardından ağladı kadın. Pişman oldu adam ama dönemedi. Adam dönsün istedi kadın ama –dön- diyemedi. İşte kadın ve adamı yağmur anlatıyor ben yazıyorken Erdo eve geldi. Dilinin ucunda anlatmak istediği bir dünya kalabalıkla beraber. Baktık ki konuşarak dağılmayacak kalabalık biz de yola vuralım kendimizi dedik. Dedik ki; asfalt ağlasın. ( İnanın anlamı hakkında net bilgim yok. )
Yol boyunca Microsoft’un işe alacağı adaylara mülakatlarda sorduğu soruları okudum. Okuduktan sonra çözümü için kendimi yormamın anlamsız olduğuna karar verdim. Ve kesinlikle kafa yormadan direk cevaplarını okudum. İlk iki soruda eğlendik. Beşinciye geldiğimizde ise ‘’ Ya allah aşkına Özgür kafam yerinde değil zaten. Boş ver gitsin şu paradoks gibi soruları. Ben olmuşum paradoksun babası zaten.’’ dedi. Oysa kendimi geri zekâlı hissetmeme sebep olan bu faaliyeti yaparken tek amacım onun kafasını dağıtmasına yardımcı olabilmekti. Kişiye özel çözümler yetersiz… Anlayacağınız gene elimde patladı.
Neyse tüm bunlar olurken bir yandan şehre gelmiş, balık yemeye karar vermiş, kafayı sokacak mekân arıyoruz. Sağa yanaşalım da yolun diğer tarafındaki yere bi bakalım diyorduk ki; birden kendimizi, yanaştığımız kaldırımın dibindeki balıkçının masalarından birinde buluverdik. Cumartesi akşamı, rezervasyon yok. Buna rağmen yer bulduk, siparişi bekletilmeden – hemen verdik. Nasıl mı? Erdo’dan aldığım cevaptan sonra içime içime fısıldayarak ‘’ Hadi be! Bu da olmadı. En azından keyifli yemek yiyebileceğimiz bir yer bulabilsek.’’ diye dilemiştim. Birileri duymuş olsa gerek diye düşünüyorum. Daha doğrusu, böyle olduğuna inanmak iyi hissettiriyor.
Hisleri bir kenara koyalım. Gelelim mekâna; adı Kavak Balıkçısı. Tertemiz, küçük bir yer. Mezeler harika, servis sakin – hızlı, konuştuğunu duyabiliyor, karşındakini görebiliyorsun. Kızarmış ekmeklerle salataya daldık. Kafalarımızdaki kalabalığımız ise kadehte eriyen buzlarla birlikte dağıldılar. Evlerine gittiler. En azından dün gece için. Balıklara eşlik eden güzel sohbetin üzerine bir de dondurmalı irmik helvası yedik. O da yetmedi balıkçılarda korkulanın aksine makul bir hesap ödedik. Öyle keyiflendim öyle keyiflendim ki; Cuma akşamı düşünme yeteneğimi kaybedercesine gülebilmek beklentisiyle gidip, yarısında hayal kırıklığıyla çıktığımız Tolga Çevik’in son filminin acısını bile unuttum.
Yemek sonrası Tim Sahnesinde İnce Saz’ı dinlerken ve mest olurken ve sanatın bu şekilde mükemmel icra edilişine tanık olurken gene gelmedi değil aklıma Tolga Çevik. Bir kez daha üzüldüm, sinirlendim, anlayamadım. Bir insanın parasını, adını ‘’ Sen Kimsin ‘’ gibi vasat altı bir projeye nasıl yatırabildiğini üstüne bu projeye inanabildiğini anlayamadım. İnce Saz’a eşlik etmek için sahneye çıkan dansçıları görünce ise unuttum. Abicim, Berrak Yedek adında bir dansçı izledik, inanılmazdı. Hani – beden dili – derler ya bu kadının bedeninin bir dili vardı ki izlemeye doyunulmaz. Yüz mimikleri, eli, koluyla, dans ederek enstrüman çaldı adeta. Solistler Dilek Türkan, Bora Ebeoğlu ise orkestrayla birlikte bir müzik ziyafeti yaşattılar, salonun dolduran izleyicilere.
İşte böyle, Belgin’de görüp kendime de bir tane aldığım kumbarama bir gün daha attım. İçinde güzel anlar olan bir gün. Geçenlerde Jorge Luis Borges’in ‘’ Anlar ‘’ adlı şiirini paylaştım ya sizlerle. O satırlarda yazdığı gibi;
….
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
….
Huzurlarınızdan sevgiyle ayrılıyorken hepinize, hepimize iyi pazarlar diliyorum. Esen kalın. Sevgiyle kalın.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Belgin Aydın
04 Mart 2012 at 08:52
Benim kumbara kocacıkın gelmesiyle doldu, taştı, boşalttım, yeni birikimlere de bu nefis yazı ile başlıyorum. Çok güzel, güneşli bir pazar sabahında seni çok seviyorum…
BeğenBeğen