Gecenin bu saatinde, nasıl bir manzara karşısında oturuyor olduğumu görebilmenizi isterdim. Peki ya aklımdan geçenler? Hortlayan gençlik hatıralarımdan yükselen, kumsaldan gelen gitar sesli melodiler, buz gibi biralar, eve geç kalıyor olmanın huzursuzluğu, sevgilinin yanından ayrılmamak için duyulan delicesine istek, beraber uyumak için özenle boyna sarılan parfüm kokulu merserize kazak, ağızda sevgilinin tadı… Gerçi benim bu durumları yaşandığım saatlerde bir de hep çişim gelmiş olurdu. Ulan hortlayan, sakladığım hatıralarımın arasındakine bakın, çişimin gelmesi! Ama ne yapsın bellek gerçekten de her gece koştur koştur döndüğümüz sahil yolunda aynı işkenceyi çeker, dar atardım kendimi tuvalete. Ki pencereden girmek zorunda kaldığımız geceler daha da sancılı olurdu.
Şimdi, bu gece, bu saatte çalışma masamda, muhteşem manzara karşısında oturuyorken ben, arkamdaki yatağımda oğlum mışıl mışıl uyuyor, yarın sabah yapmak zorunda olduğum bir dünya iş, verilmiş sözler, ağzımda nikotin tadı, kulaklıktan gelen melodi
falan falan. Şikâyet değil ama ne? Onu da bilmiyorum. Şu andan da büyük mutluluk duyuyorum ama düşünecek daha az şey olmuş olmasını, daha az endişe, daha az ihtimal, daha iyi insanlar, daha az zorunluluk – sorumluluk… Amanın, bu istediklerimle çizdiğim tablo tam da mutlu bir insan tablosu dimi? Hadi yormayın beni anladınız işte ne demek istediğimi.
Geçen hafta karşıma bir yazı çıktı, içinde aşağıda yazacağım paragraf vardı:
” Kaç tane cuma, cumartesi hızla geçti. Yıllar geçiyor. Eğer gençsen rahatsın. 30’larda acabalar başlıyor. Geriye kalan zamanın azaldıkça, zamanın geçiş hızı daha fazla rahatsız etmeye başlıyor, hatta baskı kuruyor. Yaşlanıyor ve ölecek sinden öte, yaşlanıyorsun ve yapmak istediklerini yapmak için zamanın daralıyor. Yıllar geçtikçe, nasıl olsa zamanı gelince yaparım rahatlığı, yerini diken üstünde bir rahatsızlığa bırakıyor. Geleceğe umudun yerini, zamanın daralmışlığının çaresizliği alıyor. Bunu beklemene gerek var mı? Gerçekten de yarın, geriye kalan hayatının ilk günü… Geriye kalan hayatın teoride hep azalıyor. ”
Bu satırları okuduğum sabah iki posta dayak yemiş gibi falanım ama. İki gece önce arkadaşlarımız gelmiş, laf lafı sonra şişe şişeyi açtırmış, onlar açılırken akrep yelkovanı bir kovalamış pir kovalamış… Ertesi gün işe gidilmiş, akşamı Elif’e verilmiş konser sözü yerine getirilmiş. Zaten tatilden döneli birkaç gün olmuş, uykusuzluk sınırda ve bahsettiğim günün akşamına da Zaz konserine aylar öncesinden alınmış biletlerimiz var. Erdo’nun edeceği telefonunun yolunu gözlüyorum ki ” Özgür çok yorgunum gitmesek olur mu?” desin, gitmeme sorumlusu O olsun. Ama karşıma yazıyı çıkartarak evren bana işareti çakmıştı bir kere. Ben de karşılığını verdim. Ne mi yaptım? Hemen bi silkelendim, paragrafı Erdo’ya postaladım, işten koştur çıkıp eve gittim, giyin kuşan ve hazırım. Bir arkadaşa yazmıştım galiba; ” Daha sonra yaparımlar çok ama zaman az. ”
Nereden, kimden, ne zaman ne alacağımıza da biz karar veriyoruz demek. Belki zamanın başka bir yerinde okusaydım bir şey ifade etmeyecek olan cümleler zamanında geldi ve Redbull etkisi yaptı. Öyle bir kanatlandım tutabilene aşkolsun. Konserler falan kesmedi Cuma sürttük, Cumartesi gezdik. Pazar günü yerimizden kalkamaz hale geldiğimizi söylemek istemiyorum ama olacak o kadar. Alışmamış dötte don durmaz mış. Sen sakin sakin yaşıyorken kalk bir haftanın içinde, beş geceni ekşınla geçir.
Özetle, 30’unu geçeli birkaç yıl olmuş ( 7 yıl ) biri olarak, diken üstünde rahatsızlığım yok. Zamanla kavga, yarış etmeye hiç niyetim yok. Sanırım artık farkına varıp, barışmanın zamanı geldi. Kiminle mi? ” Zaman ” la tabi.
Hadi şimdi tüm bunlardan sonra size iyi hafta sonları. Sokağa çıkın. Bakın gecenin bir yarısı, sahil boyunca turladığımız kısa süre de, parayla alakası olmayan ne kadar güzel şeyler gördük, soluduk. İnsanlar çekirdek çitleyerek balık tutuyor, fiizleniyorlar, banklara serilen şiltelerde çocuklar oyun oynuyorlar, bi köşede haşlanmış mısır diğerinde nohut & pilav… Yani sayın seyirciler manzara bedava ayrıca şahane. Baktığınızda görecekleriniz ise size bağlı. Yeter ki ne istediğimizi, bakmayı bilelim.
Aman tamam tamam yahu bitti. Şimdi sizin yetişecek, yapılacaklarınız çok AMA elinizde bir fincan kahveyle iki satır okuyacak, kendinize ayıracak zamanınız azdır.
NOT: Fotoğraflar ayağında topuklu ayakkabıları olan, parmakları yürümekten su toplamış bir kadın tarafından cep telefonuyla çekilmiştir. Çekilmiş bir de ölçeklendirilirken bu hale getirilmişlerdir. Üzgünüm çoğunuz gibi profesyonelleri kıskandıracak fotoğraflar çekemiyorum. Ama zaman ne gösterir belli olmaz. Belki çok yakında!
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL