Okurken üzerinize Ankara’nın griliğini bulaştıran, arka kapakta yazdığı gibi bu çağa özgü laf kalabalığından; dil, duygu, düşünce kirliliğinden paçalarına tek damla çamur bulaştırmadan çıkabilen, şaşırtıcı bir içışığı cömertçe yayan bir yazarın kalemi. Karşınızda Barış Bıçakçı ve BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ…
Aşk Eşitler Arasında Yaşanır…
Bir tür yüzleşme, iç dökme, anlama, anlaşılma çabası…
Sıkı bir dostluk…
Birisine karşı beslenen yaşanmamaya mahkûm aşk…
Aşkın insanı zenginleştirdiğini bilip fakirleştirdiğini de öğrenmek.
… her şey karlı bir cumartesi günü başlamıştı.
Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir? Tanıklarla, kanıtlarla, uygun adım yürümek için ikide bir ayak değiştirme imkânı veren gerçeklerle ne kadar üstümüze gelseler, boşuna! İnanmayız. ‘’ Geçen bir şey yok!’’ diye bağırırız. ‘’ Her şey tam şimdi yaşanıyor!’’ Tam şimdi, bir yaz öğlesi, Nihal halılarını kaldırdığımız salonun parkesinde çıplak ayaklarıyla geziniyor… ( sayfa 5 )
Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? ( sayfa 12 )
Hatırlamanın zihnimin önünde açtığı büyük boşluğu hissettim. Ne yöne gidecektim? Geçmiş ve gelecek birbirleriyle öncelik – sonralık ilişkisi içinde miydi? Biri geride diğeri ileride miydi? Bütün o anlattıklarımı biz mi yaşamıştık, yüzümüzü ileriye döndük? ( sayfa 50 )
Mutluyduk. ( sayfa 85 )
Sevgilim, şu şu ada şu şu paraleldeyim seni düşünüyorum, delice özlüyorum… Hissedebiliyor musun? ( sayfa 99 )
Kederin bizi başrole taşıdığı, ikimiz dışında her şeyi cılız bir manzaraya dönüştürdüğü o anda, cümleyi kendimce yeniden kurdum: BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ Nihal’e âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk sesleri arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu. ( sayfa 102 )
… ömür denen şeyin tedricen yaşandığını söylerdi. Gerçekten öyle, her şey birdenbire oluyor. Küçücük bir çocukken birdenbire, ilaçlarını plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. Kendin için, çocukların için, ülken için güzel şeyler ümit ederken, seni biçimlendiren şeyin güzel bir gelecek hayali olduğunu düşünürken, birdenbire kaderinin güne ayak uyduramamak, gençliğini, geçmişini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun. ( sayfa 137 )
Of hepsini yazmak istiyorum. Her yazışımda bir kez daha okumuş olmak. Her okuyuşumda bir cümle daha ezberleyebilmek istiyorum. Kitabı diş hekimim Duygu önerdi. Ki hoş sohbetlerimizde önerdiği diğer güzel şeylerden yalnızca biriydi. Neyse o günden birkaç gün önce de kitabın filme uyarlanışında yönetmeliğini yapmış olan Seyfi Teoman’ın ölüm haberi basındaydı. Doğum gününde geçirdiği kaza sonucu…Yaradılan olarak hayata karşı olan büyük çaresizliğimizin göstergesi gibi!
Bu yaz aylarında ard arda çıkan, deniz kenarlarında oyalayıcı, köşe yazıları toplamı, tekrar kitaplarından gına gelmişse sizlere de işte okunacak güzel bir kitap. Okumak değil izlemek isteyenleriniz için ise işte filmin fragmanı:
İyi keyifler…
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL