Sokakta sabahın serinliği, sessizliği, ezanın duası var. Kadını sokağa çağıran, ‘ Zamanı geldi kalk, ’ diyen işte o dua…
Üzerindeki mavi pijamanın paçaları yeri süpürüyor, beyaz atleti ürpertisini engelleyemiyor. Ayakları yalın, üzerine bastığı çakıl taşları canını yakmıyor.
Bunun bir rüya olduğunu biliyor. Uyanmıyor. Uyanmak istemiyor. Gözlerini yumulu tutmak için gözkapaklarını sıkıştırıyor. Peşini bırakmıyor rüyasının içindeki kendinin.
Sokağın sonunda bir kahvehane var, peynircinin yanında.
İşte o sarı kedi… Karşısına her çıkışında tanışıyorlar mış gibi bakıyor gözlerine kadının. Geçen Kadir gecesi minareden yükselen ilahilerin peşinde gene sokağa sürüklenmişken, ki üzerinde aynı mavi pijama vardı, miyavlayarak uzanmıştı ayaklarının dibine. Yakarıları, ağlaması bitene kadar ayrılmamıştı kadının yanından şimdi rüyasındaki aynı sarı kedi.
Ahşap mavi sandalyeleri var kahvehanenin. Aslında rahat edemiyor üzerlerinde otururken, galiba mavinin huzuru bastırıyor rahatsızlık hissini kalkamıyor her defasınıda. O ahşap mavi sandalyeleri olan kahvehaneye tekrar gitmek için yürüyor. Üşüyor. Tek istediği oraya ulaşabilmek.
Biliyor çünkü. Orada onu beklediğini biliyor. Nereden? Ne zamandan? Nasıl oldu, bilmiyor. Tek bildiği onu orada bulacağı.
Rüyasının içinde olmasa söyleyecek, onun aslında mavinin koynunda, ummanın bilmem neresinde olduğunu ve ne zaman döneceğini, dönüp dönmeyeceğini bilmediğini.
Ama rüya işte… Kaybolsun istemiyor tekrar kavuşabilme umudu.
Söylemiyor kendine gelmeyeceğini… Gözkapaklarını daha sıkı yumarak yürüyor.
Olur da görür onu rüyasının içinde diye.
Sarı kedi gerisinde kalıyor.
Artık tek başına…
özgür tamşen yücedal