Alper Canıgüz’den daha önce bahsetmiştim. Hani kendisine yöneltilen ‘’ Psikoloji ile ilgili neler yapıyorsunuz? ‘’ sorusuna ‘’ Bunalıma giriyorum.’’ diye cevap veren yazar. Cehennem Çiçeği adlı romanı bu yaz okuduklarım arasındaydı. Hatta iyi ki okudum dediklerim arasında… ( Dip not olarak şunu da yazayım; birincisinde aldığınız tadı ( zevki yazacaktım da anlam kayıyor, gerçi bana hep kayık da! ) alamamaktan korktuğunuz, korktuğunuzun başınıza geldiği, serinin ikinci kitapları gibi değil. )
Sonralarında elime geçen, Ayşe Kulin’in yazmış olduğu ‘ Dönüş ‘ adlı romanı okuduktan sonra kararımı mühürledim. Nedir abicim! Ama ‘’ Roman yerine koyup yayınlayan mı, yoksa roman yerine koyup okuyan mı suçlu? ‘’ diye sorarsanız. ‘’ Okuyan suçlu! ’’ cevabını verip alnıma çakarım. ’’ Götün yiyorsa yaz! ‘’ diyeniniz sanırım yoktur.
Her ne ise ne işte konuyu dağıtmayayım. Alper Canıgüz, Murat Menteş, Emrah Serbes, Hakan Günday ve şimdi adı aklıma gelmeyen isimlerle tanıştıktan sonra olmuyor da, olmuyor, olmasın.
Gelelim ilk kitabın kahramanı Alper Kamu’nun yeni macerasının konu alındığı ‘ Cehennem Çiçeği ‘ ne:
‘’ Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür. ‘’
( giriş )
Baktım hoşuna gidiyor, devam ettim: ‘’ Bir baba olarak söyle evladına: Aşk var mıdır yok mudur, boş mudur dolu mudur, ne kokar, ne bok mudur? ‘’
Gülmesi biraz dinince, ‘’ Tanrı gibi düşün, ‘’ dedi babam, ki böyle bir yanıtı hiç beklemiyordum. ‘’ İnanıyorsan varolup olmaması pek önemli değildir. Ayrıca en büyük inkarcının da en inançlının da içinde bir nebze kuşku vardır. Ve elbette ki, aşk da Tanrı da ölümsüzdür. ‘’
İşte ben baba diye buna derim. Hafif bir baş hareketiyle yanıtını taktir ettiğimi belirttim. Ne? Herhalde Ömercik gibi yerimden fırlayıp, hıçkırık kıyamet boynuna sarılacağımı falan düşünmediniz?
( sayfa 79 )
‘’ Teyzemin oğlu psikiyatrist, ‘’ diye omuz silktim. ‘’ Arada onlara gittiğimizde kitaplarını karıştırıyorum. ‘’ Başımla annemi işaret ettim. ‘’ Hem birinci elden tecrübem de var psikiyatrik vakalarla. ‘’
Anneme bakıp şöyle bir güldü ama sonra yine şaşkınlıla bana döndü. ‘’ Hiç görmedim senin gibi bir çocuk… ‘’
‘’ O kadar büyütülecek bir şey değil, ‘’ dedim. Tadım kaçmıştı. ‘’ Okuma yazmayı evde babam öğretti. Ben de o günden beri elime ne geçerse okuyorum işte. Kerdeşim yok, arkadaşlarım budala ve annem de kaçık. Siz olsanız ne yapardınız? ‘’
( sayfa 84 )
Bunlar, biz sıradan fanileri aşan sorulardı. Bildiğim, Aristoteles’in annemi tanısa dramanın kurallarını baştan yazacağıydı; kuvvetle muhtemel ki birkaç beyhude denemeden sonra da bu işten vazgeçeceği.
( sayfa 129 )
Anneme, yıkanma ile zımparalamanın birbirinden apayrı iki faaliyet olduğunu anlatmanın imkanı yoktur. Haftanın en az iki günü bana banyo yaptırmak gibi bir adeti olan annem, kan çıkmazsa para yok düsturuyla saç diplerimi ve derimi çitilerken ben de bir taburenin üstünde çırılçıplak oturur, kurbanlım koyun gibi kaderime razı, annemin işini bitirmesini beklerim. Artık tek başıma banyo yapabilecek yaşa geldiğimi söyleyip durmam pek işe yaramaz; kendi derimi yüzebilecek hijyenik olgunluğa eriştiğime kani olmadan böyle bir şeye razı gelmesi mümkün değildir. Yıkanmaktan daha beteri, kurulanma faslıdır. Anneciğim, sinüzit olmayayım diye saçlarımı kurularken gözlerimden yaş gelir, acı içinde tepinirim. Biliyorum tabii, her şeyi benim iyiliğim için yapıyor.
( sayfa 171 )
Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları, sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler… En çok da yüzler. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.
Gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür.
( son )