Bugün Ahmet geliyor. Evde pür telaş. Her adım atışımda bastığım yerler, dokunduğum eşyalar, çiçekler dile gelecek gibiler. Ahmet’ten son mektubu aldığım günden beri böyle yaşıyoruz. Onun gelişine hazırlık yapıyoruz. Bayramlıklarını giymek için sabırsızlanan çocuklar gibi…Sonbaharın hüznü bile dağıldı. Ne yazabiliyorum, ne okuyabiliyorum. Hiç bir şeyle oyalanamıyorum. Kafam yalnızca o gün ne giysem, ne pişirsem, masayı nereye kursam sorularıyla meşgul. Beraberliğimizin ilk günlerinde yaşadığım heyecana çok benzer bir şey. Öylesine tadını çıkartmak istiyorum ki; diğer ayrıntıları düşünmek istemiyorum. Ne olacak, değişmiş midir, ne hisseder, neleri konuşmalı ya da konuşmamalı…
Bir yanım; tanıdığım, tanımadığım herkesle paylaşmak isterken diğer taraftan kimselere söylemeden kaçar gibi Nesrin’in yanına gideceğim günü bekledim. Bu günü…Zamanın durmasını istediğiniz güzel anlardakinin tersine, hızla geçip gitmesini istedim saatlerin. Nesrin’den ‘’Bekliyorum’’ mesajını aldığım andan itibaren her şey önemini yitirdi. İş yerinde çalan telefonları bile duymaz oldum. Yüzümde silinmeyen salak bir gülümseme…Her akşam iş dönüşü evde beni bekleyen yavru kediye –bu arada adını ‘’Hamur’’ koydum- anlatıyorum; Nesrin’li güzel günleri. Gidişini anlatmadım ama. Dile getirmeyi bırakın, artık düşünmekten bile korkuyorum o günleri. Silinip gitsinler istiyorum kafamdan. Şu anda Nesrin’e gidiş yolunda ben arabayı sürerken Hamur’da yan koltuğa yerleştirdiğim kafesinde yatıyor. Aman Tanrım! Hiç bir şey düşünemiyorum. Daha doğrusu o kadar çok şey geçiyorum ki aklımdan birinde sabit duramıyorum. Acaba benim O’nu özlediğim gibi özlemiş midir beni? Her zaman biraz hüzün olan gözleriyle karşılaşmamız nasıl olacak? Galiba teslim olmalıyım bu düşüncelere, akışına bırakmazsam başa çıkamayacağım.
Güneşin güne vedasına başladığı saatlerde Ahmet direksiyonun başında, yolun sonuna yaklaşmanın heyecanıyla allak bullak olmuşken; Nesrin müzik çalardan yükselen melodilerin ve kırmızı şarabın yardımıyla biraz sakinleşmiş, henüz duştan çıkmıştı. Yatak odasında ki aynanın karşısında, bornozundan sıyırdığı bedenini izlerken dalmış olduğu düşüncelerden mahcup oldu. Sanki yalnızca kendisi bilmiyormuşçasına. Görünen tenini altındaki şehvet dolu, gizemli dünyayı Ahmet’le keşfetmişti. Ahmet’in teninden yayılan koku, dudaklarındaki sıcaklık, şefkatli dokunuşları açmıştı bu dünyanın kapılarını. Birbirlerine her dokunduklarında başlayan bir sihir gibiydi sevişmeleri. Bunca yaşanmışlıktan sonra Ahmet’e karşı duyduğu bu arzuyu hissediyor olması sihrin hala bozulmamış olması mı demekti? Bu düşünceler içinde bir yandan giyinmiş, mutfağa geçmişti Nesrin.
Hafif hafif esen rüzgar da, gökyüzünde ışıldayarak denizin üzerine adeta tablo çizen ay da bu gecenin şerefine hediye sunmuş gibiydiler. Bu hediyeyi minnettarlıkla kabul ediyor oluşunun göstergesi olarak; verandaya çok şık bir masa kurmuştu Nesrin. Ağaç dallarına asmış olduğu bütün fenerleri yaktı. Genelin tersine, soğuk içmekten hoşlandıkları kırmızı şarabı dolaba koydu. Salataya doğradığı taze nane ve reyhanın kokusu her yere dağılmıştı. Fırında pişen tavuğu kontrol edeceği sırada fark etti yaklaşan araba farlarını. Ne olduysa o anda oldu işte. Birden dizlerinin bağı çözüldü ve çöküverdi olduğu yere. Engel olamadığı bir şeydi. Yaklaşan araba sesi kulaklarında, mutfak tezgahından güç alarak ayağa kalktı. Ve ağır adımlarla bahçe kapısına yöneldi. Bütün vücudu titriyordu. Heyecanın insanı getirebileceği son noktadaydı. Ağlasa mı, gülse mi bilemez durumda öylece arabayı izliyordu.
Bahçe kapısında kendisini bekleyen Nesrin’i gördüğü anda, istem dışı frene bastı Ahmet. Hayır, kullanamayacaktı arabayı. Hissettiği heyecana yenik düşen vücudunda kalan son gayretle ağır ağır açtı arabanın kapısını. Tüm sesler susmuştu. Ne motorun sesi, ne hışırdayan yaprakların sesleri…hiç bir şey duymuyorlardı. Yalnızca birbirlerinde kenetlenmiş bakışları vardı. Adım adım birbirlerine yaklaşırlarken, lal olmuşçasına kelimesiz kalmışlardı. Önce nefesleri birbirlerinin yüzünde öylece durdular. Birbirlerini içlerine hapsetmek istercesine derin solukla sarıldıklarında ise suskunlukların, hüznün, kaybolmuşlukların, özlemin zincirleri koptu. Aşkı herşeyiyle, tüm bedelleriyle hayatlarına kabul eden nice başka aşığı zorlu sınavlardan geçirmek için evrene dağıldılar.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL