Bugün doğum günüm, doğduğum günün otuz yedinci yıl dönümü. Bu da ayrı bir konu: Otuzyedi mi? Otuzsekiz mi? Yediyi doldurdu, sekizden gün mü alıyor? Her defasında uzarda gider en sonunda birisi parmak hesabı yapmaya başlar falan. Neyse ne işte! Kesin olan bir şey var ki: Geçen yıl kendime yazmış olduğum doğum günü yazısından farklı bu yıl ki; keşke meşke yok. Zaten ne aynı kalıyor ki ertesi güne, ben aynı kalayım sonraki seneye. Ruh aynı ama…
Kırk yaş üzeri arkadaşlarımın bahsettiği 40’lı yaşlarda yaşayacağım aydınlanmanın, farkındalığın beklentilerine gün be gün yaklaşıyorken durum raporum şöyle:
* Bahsettikleri aydınlanma, farkındalıkların doğuracağı beklentilerden sonra yaşayabileceğim hayal kırıklıklarımın endişesi içindeyim.
* Aşka olan inancımdan hızla uzaklaşıyorum.
* Anlamaya çalışıyor olmaktan yorgunken bir yanım, tamamen vazgeçmiş diğer yanım.
* Zaman zaman hissettiğim anlaşılabilir olma çabamın karşısına umursamazlık hissi yerleşti.
* Gitgide daha da sığındım kolayıma gelen boşvermişliğe.
* Çocuklarımın hızla büyüyor oluşları karşısında her defasında hissettiğim, zamanın içinden nasıl hızla geçiyor oluşumuza inanamazlığım, telaşım var.
* Doğanın büyük bir hızla yok oluyor oluşunu görmezden gelerek içine eden insanlar karşısında iğreniyorum.
* Dünya üzerinde varolduğu çağlar boyunca yalnızca 253 yıl barış içinde yaşayabilmiş insanoğlunun hala savaşabiliyor oluşuna isyankar ve öfkeliyim.
* Vücudumda, saçlarımda canlı canlı hissederek gerçekten ne demek olduğunu anladığım ve karşı konulamayan yer çekiminden nefret ediyorum.
* Saçalarımı tekrar uzatıp uzatmamak konusunda kararsızım. Ki, sıraladıklarım arasında en sevdiğim, durmaksızın düşünmek istediğimde aha bu.
Ama tüm bunlar ve unuttuklarımla beraber; yeni yılın ilk günlerinden beri daha doğrusu 2013’ün gölgesinde geçen son dönemden beri garibim. Durdum. Sanki dünya dönüyor, hayat yaşanıyor, sözler söyleniyor, göz göze bakılıyor ve tüm bunlar olurken ben duruyorum. Duruyordan kastım yalnızca üzerime düşenler her ne iseler onları öylece, karşı gelmeden yapıyorum. Hissedememezlik, duyamaz, görememezlik. Anlaşılacağı üzere nasıl tarif edeceğimi de pek bilemiyorum. İçim suskun, yankılanan hiçbir şey, hiçbir söz yok. Dokunan, içime akabilen bakış yok. Öylece duruyor muşum gibi. Sanki bir şeyi bekler gibi. Biri gelip bi dürtecek de ‘’ hey kendine gel, uyan.’’ diyecekmiş gibi.
Kadınların ( insanoğlunun ) bir türlü mutlu, tatmin olamayışlarının zirvesindeyim. Tek sebebimiz ne istiyor olduğumuzu kendimizin de bir türlü bilemişimiz ya, işte ben de oradayım: ne istediğimi, ne beklediğimi de bilemiyorum. Tek bildiğim hepimiz yalnız, yapayalnızız ve hep öyle kalacağız. Şimdi anam okuyorsa bu satırları, içinden ‘’ dayak istiyor bunun canın.’’ demiştir. Ahhh keşke! Biz kardeşler daha çok küçükken, çocukken, onu zıvanadan çıkartmışken anacığımın elinden çıkıp ortaya fırlattığı terliklerden biri gelip isabet etse kafama, keşke. İşte o zaman ayılabilir, aydınlanabilirim belki, kim bilir?
İşte böyle; tüğ dikip kuş olasım, durmadan osurup osurup ipe dizesim, dünyayı bir yanıma minareyi öbür yanıma koyasım, için için ağlayıp dışın dışın gülesim, oluruna bırakıp hafifleyesim falan var. Yani şahane haller içindeyim bu yıl. Uzun laf söylendikten sonra yoktur ya uzun lafın kısası, benim yazı bu misal oldu. Olsa da olmasa da yazıldı. Son laf olarak: Diliyorum sağlık olsun, sağlık olsun, sağlık olsun, huzur olsun. Yeni yaşımdan, her sabah dilediklerim dışımda şimdilik, asgari ölçüde dileğim bu; sağlık & huzur.
özgür tamşen yücedal