Rengim gri bugün… Puslu sabahların grisi gibi. Zifir karanlık gecelerin içindeki sigara dumanı grisi gibi.
İşten çıktığımda usul usul yağıyordu yağmur. Ve ben usul usul ağlıyordum ıslak kaldırımlarda yürürken. İçimde bir yer kanıyor. Acaba hangi yaram. İçinde kaybolduğum o kadar çıkmaz sokağım var ki. Kendimi daha önce giripte kaybolduğum, tanıdık bir yerde bulmaktan korkuyorum.
Durağa yaklaşırken tek bir şey geliyor aklıma; durakta bekleyen kalabalık, itiş kakış içinde yok olabilmek. Hiç kimsenin yüzüne bakmadan sığışıveriyorum kalabalığa. Ama içimde yitip gitmeye çalışan kalabalıkla kalıveriyorum, baş başa. Otobüsün buğulu camlarından seyrettiğim sokaklar da herşey çok ağır hareket ediyor. Peki bende ki kalabalık neden bu kadar aceleci?
Puslu sabahlar gibi griyken küs olurum ben herkese, herşeye. Bu akşam da küsüm.
Rengi gittikçe koyulaşan griliğim ve ben, anahtarla açıyoruz evimin kapısını. Ayağımdaki çizmeleri çıkartırken oyalanıyorum. Neden mi? Açtığım o kapıdan bomboş olan eve bakmak istemiyorum. – geciktirince birşey değişecekmiş gibi- Karşımda biri varmışcasına bakışlarımı kaçırıyorum duvarlardan. Onca kalabalıklığımı, korktuğumu haykırabileceğim, çığlık çığlığa sövebileceğim biri olsa…Ama yok. Kaç gün oldu bilmiyorum; cevap vermeyen duvarlarla konuşmaya başlayalı.
Uykudan da uyanmaktanda korkuyorum. Rüyalarımda en az gerçekler kadar korkunç. Şu kanayan yerim var ya bir kez daha yok edecek beni. Yiteceğim içinde. Daha kaç kez yitirebilir, kaç kez bulabilirim ki kendi mi? Geri döndüğümde yaralarım iyileşmiş, yollarım açılmışta olmuyor ki.
Duştan çıktıktan sonra saçlarımı tararken gözüm takılıyor; yan rafta duran ilaçlara. Sonunda onları kullanmak zorunda kalacağımı bilerek. Kullanmadığım taktirde siyaha döneceğimi bilerek. O kimsenin duymadığı sesleri duymaktan, cevap vermeyen duvarların konuşmaya başlamalarından deli gibi korkuyorum aslında. Ne zaman, neresinin olduğunu bilmediği bir uzvumun aniden kasılıp kalmasından…Artık kendilerine bakmakta bile zorlanan anne ve babamın benimle ilgilenebilmek için yanıma yerleşmeye kalkmalarından. Korkularımın sayısının bu denli artmasında da korkuyordum ya. Oldu işte.
” Alo! Hakan. Ben Esra. Yarın sabah için randevu ayarlayabilir misin?”
” Yalnız mısın?”
” Merak etme. Henüz değil.”
” Saat 08.30’da muayehanede olurum. Ama telefonum açık, biliyorsun.”
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
belgin
21 Eylül 2012 at 08:53
Hoşgeldin, grilerin en alaca bulacası:))
BeğenBeğen
ouzelf
21 Eylül 2012 at 08:58
Grilerim geldi bu sabah yağmurla beraber; hoşgeldi. Dönüşünü Cem Adrian ve votkayla kutluyoruz Belgin. Bunca bekledikten, özledikten sonra ansızın çaldı kapımı, tıpkı gözyaşlarım gibi, tıpkı ansızın köşe başında karşıda beliren eski sevgili gibi, tıpkı … Nasıl sardım sarmaladım gitmesin, böyle kalsın diye. Şerefine!
BeğenBeğen
BuRCu
03 Ekim 2012 at 20:13
Çok renkliydim hep; geçenlerde griye boyandım ben de. Şimdi yine hep olana döndüm. Galiba hayatı bu gelgitleriyle seviyorum.
Korkularının olmadığı en azından eksildiği günlerin hep ama hep var olsun umarım.
BeğenBeğen
ouzelf
03 Ekim 2012 at 20:20
Geliyorlar, gidiyorlar ve her zaman olduğu, olacağı gibi fazla kalmıyorlar Burcu. Rengarenk yaşıyorum. Doğal olanı da bence böylesi. Ne mutluluk ne de mutsuzluk… Bi uğrayıp gidiyorlar.
BeğenBeğen
ÇELEBİ KAPTAN
03 Ekim 2012 at 22:12
Çok hoş bir üslup etkileyici ben griyi hep karamsar olarak algılarım ancak siz karamsarlıklardaki gerçekliği anlatmışsınız tekrar alkışlıyorum çok hoş bir üslup
BeğenBeğen
ouzelf
04 Ekim 2012 at 05:57
Nasıl hoş bir yorum, teşekkür ediyorum. Hissedileni aktarabildiysem ” ne mutlu bana ”. Bu arada hoşgeldiniz. Sevgiyle…
BeğenBeğen