‘’ Anne yapma bunu bize! Bunlarda ne? ’’
‘’ Anne yaşlandın mı? ‘’
‘’ Bu ne? Gene mi söküyorsun anne? ‘’
” Iğğğ Özgür, hiç sen değil bu iş. ”
” Yemin ederim asabım bozuldu. Örme şunu karşımda! ”
Çocuklar, Özlem, Belgin’le aramızda geçen bu diyalogların sebebi Elif için örmeye karar verdiğim battaneyiye başlamış olmam. Evet, başladım amma velakin eş zamanlı olarak kasılıp kalan sol elim için fizik tedaviyede başlamam gerekecek.
Azimla sıçan … misali birkaç yıl sürecek gibi gözüksede bitireceğim! Azimliyim.
Şimdi, bu macerayı yaşarken ben:
‘İlmek ilmek işledim seni gönlüme‘ sözü, ilmek atıp atıp bir arpa boyu yol gidebilmenin ne kadar zor olduğunu gördükten sonra artık çok daha anlamlı benim için.
Örgü örmenin çocukların gözünde yaşlanmış olmanın belirtilerinden biri olduğunu biliyorum artık. Ve çocukların ebeveynlerinin yaşlanıyor olduğu düşüncesinden nefret ettiklerini…
O eski yüncüler masallarda, çocukluklarımızda kalmışlar. Misal; çocukluğumda yaşadığımız kasabanın çarşısında tüm doğramaları ahşap olan köşe bir dükkan vardı. Duvarları kaplayan tüm raflar rengarenk yünlerle donanmıştı. Artık yok!
Oğuz elimde hiçbir boka benzemeyen, gözbebeği ebatlı motifi yanaklarına falan sürtünce anladım ki; örgü örmek, yumaklar çocuklar için sıcak bir yuvanın simgesi olabilir miş. Gerçi sonrasında gözlerini kapatmak suretiyle yanaklarına sürttüğü şeye alıcı gözle bakınca ‘’Anneeee bu ne! İğrenç!’’ diye bi yorum patlattı ama neyse artık. Niyet iyi.
Marifetli hanımlar klüpleri falan var. Bloglarının kapısını tıklatayım, çaktırmadan aralarına karışırım belki dedim. Yaptıklarını gördükten sonra siktiri çektim. Hatunlar patikte çığır aşıp ayakkabıya doğru yol almışlar. Ne biliiim eskiden yelek melek vardı örülen, artık palto var.
Adı ‘ Hanım dilendi bey beğendi. ‘ olan bir motif varmış; kadın neden dileniyomuş anlayamadım. Motifin ne olduğunu bilmeden ondan hiç hoşlanmadım. Umarım ördüğümün adı ‘ Hanım dilendi bey beğendi ‘ değildir.
İlmek şekillerinde adı ‘ trabzan ‘ olan en basitilerinden bir hareket var. İşte ben, o tranzanı öğrenip içinden çıkana kadar paspas oldum.
Bir de bu örgü maceramın başlangıcını bilenler sözünü tutmadı demeyin, istediğim tonda sarı renkli yün bulamamış olmam sebebiyle battaniye sarı değil. Her işte bir hayır vardır, var mış.
Tam ekspertiz raporu benzeri oldu la bu! Ama ne yapayım soran bir yığın insan oldu.
‘’Başladın mı?’’
‘’Örebilecek misin? ’’
Hatta ‘’ Beceremezsen senin adına ben örebilirim.’’ diyen bile oldu. Ahan işte haber veriyorum, kendime has bir motif olsa da örüyorum, bitiş süresi belli olmasa da örüyorum.
Tüm bunların yanında çok yorgunum yahu! Arkadaşım Benek’in deyimiyle ‘’İç organlarma varana kadar yorgunum.‘’
Durmak istiyor muyum? Kesinlikle hayır. İçime canavar kaç mışçasına oradan oraya…
Sonra bir arkadaşım var, AŞIK oldu. Onun nefesinden, kızaran suratından, coşkusundan, kalp atışından besleniyorum birkaç gündür. Aşk ne güzel şey! Aşk yaşadığını hissettiren şey! Soluksuz bırakan duygu aşk! Süründüren duygu aşk! Utandıran duygu aşk! Hiçbir şeyi, hiçbir durumu umursatmayan duygu aşk! Yakalayan herkese: sakın bırakmayın, elinizden kaçırmayın, soluksuz kalıncaya kadar çekin içinize, dünyanında ta götüne koyun. Hayat bir gün o da bu gün.
Yazı meclisten geçen torba yasalar gibi oldu, ne ararsan var. Neyse artık daldırın eli, işinize geleni tutun.
İyi geceler.
özgür tamşen yücedal