Hani ben okumaya başlıyorum ya Hakan Günday’ın romanlarını; alıyor beni eline oyuncak bir bebekmişim misali ( ki bu misal çok hoşuma gitti: Bebek mişim ), tutuyor ayaklarımdan vuruyor oradan oraya. Taaaaki kafamın içinde şimşekler çakana, hücreler patlayana, gerçekle – yalan birbirine girene, dilim ” Aman Allahım ” diyene kadar. Durup durup arka kapaktaki fotoğrafına bakıyorum sonra. Gözlerine bakıyorum. Hayalimde canlandırıyorum yazma sürecinde yaşayabileceklerini. Kahramanlarının yaşadıklarıyla özdeşleştiriyorum. Tüm duyularını dünyaya kapatıyor mu yazarken? Bittiğinde nasıl adapte olabiliyor bu duyu, duygularımızı yiyip bitiren dünyaya… Ardından açtığım sayfada yazmış oluyor ki: ” Aynı yüzün taşıdığı iki göz bile dünyayı tamamen farklı avlıyordu. Aynı yüzdeki iki gözün arasında bile bakış açısı farkı vardı. ‘’ Okuyor ve soruyorum kendime: ” Hani onunkiler göz de benimkiler ne? ” diye.
Ama her şeyin olduğu gibi bu serüveninde bir sonu vardı. Bitmesin diye ağırdan almaya çalışsam da sonraki sayfada yazdıklarına duyduğum merağıma engel olamadığımdan bir defa daha tadı damağımda, kelimeleri aklımda kalarak kısa bir beraberlik yaşadık ve bitti. Ekte merak edenler için kısa alıntılar var. Keyifli okumalar.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Bu cümle, yazmayı öğrendiğimin kanıtıdır. Bu cümleyse, okumaya devam ettiğinin kanıtı.
Umutsuz bir hayvanınkine benzeyen nefesler verdi. Sol gözkapağını indirip sağ gözüyle sigarayı izledi. Gözbebeklerinin arsı yedi santimetreydi. Sadece yedi santimetre. Oysa gördüğü iki farklı sigaraydı. Aynı yüzün taşıdığı iki göz bile dünyayı tamamen farklı avlıyordu. Aynı yüzdeki iki gözün arasında bile bakış açısı farkı vardı. Peki hangi göz, benim? ‘’ dedi, kulaklarının duyamayacağı yükseklikte. ( Sayfa 16 )
Asil yaşayan bir delidir. Anımsamadığı için geçmişi, önemsemediği için geleceği yoktur. ( Sayfa 151 )
Çevre yolunda ilerleyen taksinin arka koltuğunda başını cama yaslamış olan Asil, birbirine yapışan beyaz şeritleri izliyordu. Şeritler, sürünen bir yılanın bedeni gibi dans ediyordu. Bazen Asil’e yaklaşıp bazen taksiden uzaklaşıyorlardı. Ama bitmiyorlardı. Asil, şeritlerin, zaman olduğuna karar verdi. Şeritlerin ardındaysa taşlar, kamyon artığı çöpler, ağaçlar ve binalar vardı. Her saniye biçimleri değişiyor ve geride kalıyorlardı. Dönüp bakılsa bile zaman içinde kaybolup gidiyorlardı. O akşam, Asil evine dönerken, camdan gördüğü her şeyin, doğumundan o ana kadar söylediği, nefret ettiği, yediği, düşündüğü her şey olduğuna inandı. Hepsinin yanından geçip gittiğini ve hiçbirine dokunamadığını gördü. Şerit adındaki zaman, dansına devam ederken, hayatından geçen kimseye ve hiçbir şeye değemediğini anladı. Çünkü arada cam vardı ve taksi asla durmayacaktı. İstediği kadar camı avuçlayabilir, şoföre durması için bağırabilirdi. Ancak hayatla arasındaki cam daima duracak ve çevre yolunda park etmek daima yasak olacaktı. Saniyenin yarısı kadar bir süre içinde gördüğü her şey, tanık olduğu, ancak sahibi olamadığı bütün hayatıydı. Babası, bir zamanlar aşık olduğu kadın, dinlediği müzikleri, her şey. ( Sayfa 109 )
Düşünce şeytandan, davranış Tanrı’dandır. Hangi düşüncenin davranışa dönüşeceğine karar verense insandır. ( Sayfa 24 ) Anlıyordu. Anlayabiliyordu.
İnsanlık tarihi, kutsal olanları anlatır. İnsanlık tarihi, doğurtanları anlatır. Tarih, İnsanlık rahmine düşmüş insanları anlatır. Azledilenlerin tarihini anlatansa, Asil’in hayatıdır. Çünkü hepsinin laneti aynıdır: Düşünmek. Çünkü hepsinin alınyazısı aynıdır: Düşünüyorum, öyleyse, varlığımı yok edebilirim. ( Son )
Oku ve zamana bırak. Sayesinde varolduğumuz zamanın seni taşımasına izin ver. Unutma ki zaman, gideceği yeri olmayanların evidir. Sadece zaman onları ileriye taşır. Ölümcül hastalığa sahip olan ile intihar etmekten yorgun düşenin ortak noktası, ilerleyen zamanda geri gidiyormuş gibi görünmeleridir. Ancak bu, ilerleyen bir ternin sadece son vagonuna kadar yürümeye benzer. Sonrası yoktur. Beden sahibi olan, ilerlemek zorundadır. Zamana güven. Yaşarken asla varamayacağın yerlere seni sadece o götürür. Oku ve zamana bırak. ( Sayfa 15)
Sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. Biri düşerse diğerlerinin hayatta kalması için halatın kesilmesi gerekiyordu. Ancak sevgi, kesilemeyecek kadar kalın bir halattı ve sonunda herkes düşerdi. Aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker. ( Sayfa 19 )
İnsan, uzayda var olan yalnız bir varlık olduğunu anımsamadığı sürece sosyalleşmenin bedelini adsız acılarla ödemeye devam edecek. Duyguların, düşüncelerin en büyük düşmanı olduğunu öğrenmedikçe, duyguları, sadece birer kelimeden ibaret olduğunu anlamadıça, onların esiri olarak kalacak. ( Sayfa 94 )
Görüşmek üzere Asil…
belgin
09 Ekim 2012 at 19:03
http://www.ozgurroman.com/roportaj.aspx?yid=7
BeğenBeğen